Yasa da yasaymış hani...
"İş bu yasayı kim yürütür bilinmez bilinmeyen ellere karşı gelinmez."
1954, Bülent Ecevit / Yasa
Türkiye günlerdir seçim yasasını konuşuyor. İlk maddeden son maddeye dek Cumhur İttifakı'nın lehi ve küçük ortağı MHP’nin isteğine göre dizayn edildiği belli olan seçim yasasını partilere de, partililere de ve halka Bilal'e anlatır gibi anlatmak lazım.
Madde madde incelenmeden seçim kanununda değişikliğin ne anlama geldiğini bilmek çok zor. Elbette bir hukukçu gözüyle inceleme yapmayacağım ancak bir siyaset bilimci olarak neyin ne doğuracağını dikkatlice özetleyebilme maharetine sahip olduğumuzu düşünüyorum.
15 maddeden oluşan seçim kanunu teklifini hazırlayan AKP kurmaylarından Mehmet Uçum ve Hayati Yazıcı.
Geçtiğimiz sene Erdoğan’ın yeniden aday olup olamayacağını ilk tartışan isimlerden biri ve TV programının yapımcısıyım. Kendisiyle en son o dönem görüştüm.
Telefonda Erdoğan’ın yeniden aday olabileceğini, bunu başkanlık sistemine geçişteki yasa maddesinde açık olarak belirtildiği ve yayına bağlanmak istediğini belirtmiş, kedisini nezaketle dinledikten sonra böyle bir şey yapamayacağımı, akışıma müdahale edilmiş olmasını istemediğimi belirtmek durumunda kalmıştım.
Aynı Uçum seçim kanunu teklifine de dikkatlice çalışmıştır eminim. Bir diğer isimse Hayati Yazıcı. Gel gelelim bu dönem ikisinin de konuşacağını sanmıyorum. Artık top muhalefette, bizlerde. Bu yasa değişikliğiyle girilecek seçim tek kelime ile tek adam rejimine teslim olmaktır.
Gelin yasanın dikkat çekici maddelerini beraber inceleyelim.
Madde 1: Seçim barajının yüzde 10’dan yüzde 7’ye düşürülmesi
Seçim barajının yüzde 7’ye düşürülmesi övünülecek bir madde değil zira halen dünyada en yüksek seçim barajı Liechtenstein yüzde 8 ve Türkiye’de diyebiliriz. Türkiye’yi sırayla yüzde 7 ile Rusya Federasyonu ve Gürcistan izliyor. Bu oranda bir seçim barajı, baraj altında kalma riski ile karşı karşıya olan MHP’nin can simidi olmaya hazır. Zira iktidarın en küçük ortağı diyebileceğimiz BBP Genel Başkanı Mustafa Desteci’ nin itirazı boşuna değil. Demek istiyor ki; sen bizi düşünmüyorsun…
Madde 2 : "İttifakın aldığı oy toplamı ülke barajını geçtiği takdirde, seçim çevrelerinde milletvekili hesabı ve dağılımı, ittifak içinde yer alan her bir partinin o seçim çevresinde almış olduğu oy sayısı dikkate alınarak bu maddenin üçüncü fıkrasına göre yapılır. "
Bu maddede en büyük risk D’HONT Sistemidir. İktidar bu maddede yaptığı değişiklikle seçimi kaybetse dahi mecliste çoğunluğu sağlamayı hedeflemiştir. Nasıl mı?
D'Hondt sistemi, Belçikalı hukukçu ve matematikçi Victor D'Hondt tarafından 1878'de tasarlanmış nispi temsil sistemidir. Türkiye’de 1961’den bu yana ( 1965 Millet Meclisi genel seçimi ile 1966 Millet Meclisi ara seçimi dışında) bütün milletvekili genel ve ara seçimlerinde d’Hondt sistemi uygulanmıştır.
D’Hondt sistemine göre örneğin 7 milletvekili çıkaracak bir seçim bölgesinde her partinin aldığı oy toplamı, sırasıyla 1’e, 2’ye, 3’e, 4’e ... bölünür ve o seçim çevresinin çıkaracağı milletvekili sayısına ulaşıncaya kadar bu işleme devam edilir.
Şimdi raftan dar bölge mi, daraltılmış bölge mi tartışmalarını da böylelikle kaldırmış olduk.
Madde 3: Seçime katılma yeterliliği elde eden parti, Siyasi Partiler Kanunu'nda öngörülen ve parti tüzüğünde belirtilen süreler içerisinde ilçe, il ve büyük kongrelerini üst üste iki defadan fazla ihmal etmemiş olma koşuluyla seçime katılma hakkını muhafaza eder.
Bu madde de bir sıkıntı yok ancak kongreye gitmek için yeni kurulan partilerin özellikle üye yeter sayısına ulaşmaları elzem bu sayı 600 den az olamaz. Muhalefet partileri bunu başarılır mı evet. Başardılar mı evet…
Madde 4: "Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde gruplarının bulunması" ibaresi madde metninden çıkarılmış, bendin sonuna aşağıdaki paragraf eklenmiştir.
Yani 3. maddedeki yeterlilikleri yerine getirmiş olması gerekir. Meclis'te grubu bulunan ( milletvekili temsili düşük partilere bakın. TİP, DP vb. aşağıdaki gibidir.
Madde 5 : İl seçim kurulu bir başkan, iki asıl ve iki de yedek üyeden oluşur. İl seçim kurulu başkan ve asıl üyeleri, iki yılda bir ocak ayının son haftasında, il merkezinde görev yapan ve birinci sınıfa ayrılmış hakimler arasından ilk derece adli yargı adalet komisyonunca yapılan kura çekimiyle tespit edilir.
İşte bu madde itibariyle seçim güvenliğini sorgulamaya başlayabilirsiniz. Zira seçim kuruluna başkanlık edecek kişi o ilin en kıdemli hâkimidir. Bu maddeye göre ( yine kıdemli hâkimlerden olmak üzere ) kimin başkanlık yapacağı kura sistemi ile belirlenecek olması. Neden kura sistemi? Bu sorunun muhalefetçe dikkatlice sorulması gerekir. Neden en kıdemli hakim dururken diğerleri ile bir potada kura çekimi? Ben az söyleyeyim buyurun siz çok anlayın.
Madde 6: Birinci sınıfa ayrılmış yeterli sayıda hakimin olmaması durumunda en kıdemli hakim kurulun başkanı olur. Kura çekimine dahil olmak istemeyen hakimler yazılı olarak komisyona başvur.
Yargının siyasallaştığı böyle bir dönemde ya o hakimler vazgeçtim derse?
Madde 7: Sandık kuruluna üye bildirme hakkı olan bir parti; oluru olmadan başka bir parti üyesini sandık kurulu üyesi olarak gösteremez.
Seçim güvenliği, seçim güvenliği, seçim güvenliği… Sandıklara sahip çıkacağız demek yetmiyor…
Madde 8 : 2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun uyarınca yapılacak seçimlerde, birinci fıkra gereğince yerleşim yeri adresine göre oluşturulan bir yıl önceki seçmen kütüğü üzerinden güncelleme işlemleri yapılır.
Bu sürede taşınmayın. İkametgâh kaydınız yoksa derhal yaptırın. Seçimlerde oy kullanamama riski ile karşı karşıyasınız. Ya da üyesi olduğunuz partinin hangi bölgede zayıf olduğunu düşünüyorsanız kayıtlarınızı bir an evvel o bölgeye taşıyın derim.
Madde 9: Adresi kapanmış olması sebebiyle adres kayıt sisteminde gözükmeyenler, en son seçmen olduğu adrese göre seçmen listelerine kaydedilirler.
E-devlet sisteminden adres kaydınızı mutlaka kontrol edin.
Madde 10: "Seçmen kütüğünde yazılı adreslerine" ibaresinden sonra gelmek üzere "Adresi kapanmış olması sebebiyle adres kayıt sisteminde gözükmeyenler ise en son seçmen olduğu adreslerine" ibaresi eklenmiştir.
Aslında maddeler iç içe geçmiş… Tekrar ediyorum açık adresinizin kayıtlı olduğuna ya da bir an evvel kaydolmaya bakın.
Madde 11: 65 inci maddesinin başlığı "Bakanlara ilişkin yasaklar" şeklinde değiştirilmiş ve maddenin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan "Başbakan" ibaresi madde metninden çıkarılmıştır. 66 ncı maddesinde yer alan "Başbakan" ibaresi madde metninden çıkarılmıştır. 155 inci maddesinin başlığı "Bakanların yasaklara uymamaları şeklinde değiştirilmiştir."
Bu madde bütünü itibariyle şu anlama gelmekte. Başkanlık sistemine geçen Türkiye’de artık bir başbakan yok. Bu demektir ki seçim kanunu çerçevesince cumhurbaşkanına yok, yok. Devletin her türlü imkânından dilediğince faydalanabilir…
İşte asıl soru işaretli kısım bu! Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimlere AKP kurucusu ve genel başkanı olarak mı yoksa cumhurbaşkanı olarak mı girecek?
Ne kadar bütçe kullanacak, bu bütçe nereden karşılanacak. Hangi meydanlar, hangi izinle açılacak? Seçim yasası kapsamlarının hangisine uyacak? Aslında hepimiz başımıza neler geleceğini biliyoruz.
Madde 12: Seçim sonucuna göre, ilk sırada yer alan muhtar adayı seçilme yeterliliğine sahip olduğunu en geç bir ay içinde belgelendirmesi halinde kendisine seçim kazandığına dair ilçe seçim kurulunca mazbata verilir. Aksi halde ikinciye, daha sonra üçüncüye ve nihayet seçilme ehliyetine sahip aday bulunana kadar bu işlem yapılır.
Pek değerli ülke yöneticilerimiz biliyorsunuz ki kendilerine "muhtar bile olamaz" eleştirisinden sonra muhtarlara daha bir itibar eder olmuştu. Elbette muhtarlar unutulacak değildi. Yalnız değerli muhtarlar sizlerin de itiraz hakkı 2 güne düşürüldü. Kaçırmayın o iki günü…
Madde 13: 298 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
GEÇİCİ MADDE 24-11 seçim kurulu başkan ve üyeleri ile ilçe seçim kurulu başkanları, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren 3 ay içinde, 15 ve 18 inci maddelerde yapılan değişikliklere göre yeniden belirlenir. Bu şekilde belirlenen başkan ve üyeler, önceki başkan ve üyelerin görev süresini tamamlar.
Döndük dolaştık seçim kurulunun başkanlarının belirlenmesine geldik. Hakkımızda hayırlı cümlesinden başka bir tarif gelmiyor elimden.
Madde 14: Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Biz gazeteci ve televizyoncular o günü bekliyoruz. Evet, tartışmalara sebep ve sahne olacak olsa da hepimiz biliyoruz ki 301 yeter sayısı ile yine geçecek bu kanun teklifi.
Madde 15- Bu kanun hükümlerini Cumhurbaşkanı yürütür.
Bir gece yarısı KHK'si ile ülkenin geleceğini tayin etme hakkı yetmez ama evetçilerimiz sayesinde tek bir adama bırakıldı.
Geçmiş olsun demek gelmiyor içten. Geçip giden demokrasi ve laiklik ilkesine oldu. Üstelik cumhuriyetin değerlerine cumhuriyete sığınarak dinamit koyan Kenan Evren’in yargılanacağını umarak ressam olarak ölmesine izin verenlerin dimağ yoksunluğunun altında milletçe ezilmeye devam ediyoruz.
Fakat ne mutlu ki bir kesim olarak hala biz hayır! diyoruz.
‘’Paranın ve ölümün övülmesine hayır diyoruz. En çok malı olanın en değerli olduğu, mallara ve insanlara fiyat biçen bir sisteme hayır diyoruz. Silahlara her dakika iki milyon dolar harcayan ve her dakika otuz çocuğu açlıktan ya da iyileştirilebilir hastalıklardan öldüren bir dünyaya hayır diyoruz. Eşyaları korurken insanları yok eden nötron bombası çağımızın mükemmel bir sembolü. Gecenin yıldızlarını askeri hedeflere çeviren katil sistem için insanoğlu bir üretim ve tüketim faktöründen, bir kullanım aracından başka bir şey değil; zaman yalnızca ekonomik kaynak ve bütün gezegen suyu son damlasına kadar emilecek bir rant kaynağı. Zenginliği çoğaltmak için yoksulluklar çoğaltılıyor ve diğerlerinin yoksulluğunu çizginin dışında tutmak, bu çok azın zenginliğini gözetmek için silahlar kat kat artıyor, bu arada yalnızlık da kat kat artıyor: Bize ne yiyecek ne de sevecek bir şey veren, çoğunluğu yiyecek açlığına ve çok daha fazla kişiyi de kucaklaşma açlığına mahkûm eden bu siteme hayır diyoruz.
Yalana hayır diyoruz. Büyük iletişim araçlarının evrensel ölçekte yaydığı egemen kültür, bizleri dünyayı hemcinslerimizin bir mal ya da rakip olabileceği ama asla bir kardeş olamayacağı bir süpermarket ya da otoyol saymaya davet ediyor. İnsan aşkını sonradan fazlasıyla geri almak için spekülasyona tabi kılan bu yalancı sistem gerçekte bir bağsızlık kültürüdür. Tanrısı muzafferler, paranın ve iktidarın başarılı sahipleridir; kahramanları da bu kişileri ulusal güvenlik doktrinini uygulayarak koruyan üniformalı rambolardır. Söyledikleri ve sustuklarıyla, egemen kültür yoksulların yoksulluğunun zenginlerin zenginliğinin bir sonucu olmadığı yalanını söyler, bu kimsenin suçu değildir, bir keçinin kulağından çıkmıştır ya da yoksulları tembel ve eşek yapan Tanrı’nın işidir. Aynı biçimde bazı insanların diğerleri tarafından aşağılanmasının dayanışmacı öfkeyi ya da skandalı gerektirecek bir nedeni yoktur çünkü şeylerin doğal yasasıdır bu; örnek verecek olursak, Latin Amerika diktatörlükleri, emperyalist iktidar sisteminin değil bizim aşırıya kaçan doğamızın bir parçasıdır.
Hoşgörü tarihe ihanet eder ve dünyayı parçalar. Güçlü düşünce imalatçıları bize sanki yokmuşuz gibi davranırlar ya da sanki aptal gölgelermişiz gibi. Sömürgeci miras, üçüncü sınıf insanlar tarafından mesken tutulan Üçüncü Dünya denileni galiplerinin belleğini kendi bellekleriymiş gibi kabul etmeye ve kendisine uzak bir yalanı kendi gerçeğiymiş gibi kullanmak üzere satın almaya zorlar. İtaatimizi ödüllendirirler, zekâmızı cezalandırırlar ve yaratıcı enerjimizin soluğunu keserler.Biz düşünülenleriz ama düşünenler olamayız. Yankıya hakkımız var ama sese yok, yönetenler bizim papağanlık yeteneğimizi överler. Biz hayır diyoruz: Bu pespayeliği kader olarak kabul etmeyi reddediyoruz.
Biz korkuya hayır diyoruz. Söyleme korkusuna, yapma korkusuna, olma korkusuna hayır. Görünen sömürgecilik söylemeyi yasaklıyor, yapmayı yasaklıyor, olmayı yasaklıyor. Daha etkili olan görünmez sömürgecilik bizi söylenemeyeceğine, yapılamayacağına, olunamayacağına inandırıyor. Korku gerçeklik kılığına bürünüyor: Gerçeklik gerçekdışı olmasın diye iktidarsızlığın ideologları bize ahlakın ahlaksız olmak zorunda olduğunu söylüyorlar. Onursuzluk karşısında, sefalet karşısında, yalan karşısında boyun eğmekten başka çaremiz yok. Alın yazısıyla damgalanmışız, tembel, sorumsuz, şiddete eğilimli, aptal, görülmeye değer ve askeri yönetime mahkûm doğuyoruz. Özet olarak, kendimizi bizi aşağılayan lüksü ve bize vuran sopayı finanse etmek için imzalanmış muazzam bir dış borcun faizlerini zamanında ödeme yetisi olan, iyi halli mahkûmlara dönüştürmek için gönüllü olmalıyız.
Bu dünya tablosunda, biz insan sözünün tarafsızlığına hayır diyoruz. Çevremizde gerçekleşen gündelik çarmıha germeler karşısında bizi elimizi yıkamaya davet edenlere hayır diyoruz. Aynada kendini izleyen, ilgisiz soğuk bir sanatın sıkıcı cazibesi karşısında sıcak bir sanatı tercih ediyoruz; insanın dünyadaki macerasını kutsayan ve ona katılan, umutsuzca âşık ve kavgacı bir sanatı tercih ediyoruz. Eğer adil olmasaydı güzellik güzel olur muydu? Eğer güzel olmasaydı adalet adil olur muydu? Güzelliğin ve adaletin birbirinden koparılmasına hayır diyoruz çünkü bu ikisinin güçlü ve verimli kucaklaşmasına evet diyoruz.
Biz hayır diyoruz ve hayır derken evet de diyoruz.
Diktatörlüklere hayır, demokrasi kılığına girmiş diktatörlüklere hayır derken, gerçek bir demokrasi için mücadeleye evet diyoruz; kimsenin ekmeğinin ve sözünün reddedilmeyeceği, Neruda’nın bir şiiri ya da Violeta’nın bir şarkısı kadar tehlikeli ve güzel olacak bir demokrasi için mücadeleye evet diyoruz.
Merkezi Amerika’nın kuzeyinde olan yok edici açgözlülük imparatorluğuna hayır derken, olası bir başka Amerika’ya evet diyoruz; en eski Amerikan geleneklerinden, komün geleneğinden: Şilili yerlilerin yenilgiden yenilgiye beş yüzyıldır umutsuzca savundukları komün geleneğinden doğacak bir Amerika’ya evet diyoruz.
Onursuz barışa hayır derken, adaletsizliğe karşı kutsal isyan hakkına ve onun uzun Şili haritasındaki halk direnişleri tarihi kadar uzun tarihine evet diyoruz.
Paranın özgürlüğüne hayır derken, insanların özgürlüğüne evet diyoruz: Yaralı, kötü davranılmış, Şili gibi bin kez düşmüş ve Şili gibi bin kez kalkmış özgürlüğe evet diyoruz.
Dünyayı bitimsiz bir kışlaya çeviren güçlülerin intihara varan egoizmine hayır derken, bize evrensel bir anlam katan, tüm o gardiyanlara rağmen bütün sınırlardan daha güçlü olan kardeşlik gücünü onaylayan insan dayanışmasına, bizi Şili müziği gibi sarıveren ve Şili şarabı gibi kucaklayan o güce evet diyoruz.
Hayal kırıklığının hüzünlü cazibesine hayır derken, umuda evet diyoruz, Şili gibi aç, çılgın, âşık ve maşuk umuda: Şili’nin çocukları gibi geceyi yırtarak gelen o isyankâr umuda evet diyoruz. (1988 ortalarında Şili, Santiago’da 'Şili Yaratıyor' günlerinin açılış konuşmasıdır...)