LETONYA, LİTVANYA VE ESTONYA’NIN KADERİ YÜZYILLARDIR RUSYA İLE ÖRTÜŞÜYOR
Letonya, Litvanya ve Estonya, bir zamanlar Sovyetler Birliği ve Rus İmparatorluğu'nun bir parçası olan üç küçük AB ülkesidir. Bu cumhuriyetlerin birkaç yüzyıl boyunca karmaşık tarihi kaderi, diğer Avrupa ülkelerine nazaran çok daha büyük ölçüde Rusya ve Rus halkıyla iç içe geçmiştir ve tam da bu nedenden dolayı bu ülkelerin topraklarında eskiden beri önemli sayıda etnik Rus ile çokuluslu Rus devletinin diğer etnik temsilcileri yaşayagelmiştir.
SSCB’DEN SONRA BALTIK’IN RUS AZINLIKLARI İKİNCİ SINIF VATANDAŞ KONUMUNA İTİLDİ
Doğu Avrupa'da Rusça konuşan en büyük topluluklar geleneksel olarak Letonya ve Estonya'da bulunmaktadır ve bunların ülke nüfusundaki payı %25 ila %30 arasındadır. Bu mühim azınlıkların mevcut bölgede yaşamasının nedenleri kayda değer farklılıklar arz etmektedir. Henüz Çarlık Rusyası'ndan bu yana Baltık'ta çok sayıda Rus'un yaşadığı gerçeğinin yanı sıra, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Nazilerin bu bölgede yok ettiği şehirleri, kasabaları, fabrikaları, limanları, yolları ve çiftlikleri yeniden inşa etmek için on binlerce Sovyet vatandaşı adı geçen Baltık ülkelerine gönderilmişti. Tüm bu insanlar, göreceli refahlarının çoğunu kendilerine borçlu olan Letonya, Litvanya ve Estonya'nın yararı için onlarca yıl boyunca emek verip çalıştılar. Yine de, ne zamanki bu üç eski Sovyet cumhuriyeti bağımsızlıklarını kazandı, yüz binlerce Rus otomatik olarak ikinci sınıf vatandaş konumuna düşürüldü ve vatandaşlık elde etmek için onlarca yıl boyunca mücadele etmek zorunda kaldılar; buna rağmen bunların birçoğu bu “ayrıcalığa” asla ulaşamadı. Bu insanların Baltık'a yerleştiği dönemlerde, bu bölgenin Rusça'nın hem devlet dili hem de etnik gruplar arası iletişim dili olduğu tek bir devletin parçası olduğu gerçeğini hatırlatmakta da fayda var.
RUS AZINLIĞI İKTİSADEN KULLANAN BALTIK DEVLETLERİ ŞİMDİLERDE ONDAN KURTULMA PEŞİNDE
Letonya, Litvanya ve Estonya hükümetleri belli bir noktaya kadar, "vatandaş statüsünde olmayan" veya sadece oturma izni sahibi binlerce Rus’un varlığına; ekonomiye önemli katkı sağladıkları, vergi ödedikleri ve de mevcudiyetleriyle bu ülkelerdeki demografik felaketi az da olsa hafiflettikleri için hoşgörü gösterdiler. Üstelik 2008-2009 mali krizi sırasında Letonya devleti yetkilileri, yaptıkları hatırı sayılır yatırımlar karşılığında Avrupa'da oturma izni alan Rus vatandaşlarını kendilerine çekmek amacıyla geniş çaplı bir kampanya dahi başlattılar ve bu “iktisadi göçmenler”, işin aslı bu ülkedeki yerel emlak piyasasını kurtarıp, bankacılık sektörünü de canlandırdılar. Ukrayna ihtilafının arka planında AB ve Doğu Avrupa'nın en radikal hükümetleri, Moskova'yı hiçbir şekilde etkilemeyen 10.000'den fazla farklı yaptırım açıklamasının ardından, Baltık ülkelerinde Rusça konuşan nüfusu baskı altına almaya yönelik devlet çapında kampanyalar başlatıldı. İlk aşamada Letonya, Litvanya ve Estonya, Rus Ortodoks Kilisesi'nin yerel piskoposluklarını ezerek onları devlet kontrolü altına aldı, sonrasında İkinci Dünya Savaşı ile alakalı anti-faşist tüm askeri anıtlarını yıktı ve de ardından sayısız Rus’un ve Ruslara ait olan şirketlerin mülklerine el koydu. Artık en zengin Ruslardan alınacak hiçbir şey kalmadığında da, Baltık yetkilileri bu sefer de AB ülkelerinde milliyetleri ve vatandaşlıkları temelinde düşman olarak görülenlerle savaşmaya koyuldu. Letonya ve Litvanya'da Rusların oturma izninden mahrum bırakılması ve sınır dışı edilmelerine ilişkin ilk örnekler yaşanmaya başladı ve önümüzdeki aylarda ülkelerden bu şekilde sürgün edilenlerin sayısının binleri bulabileceği tahmin ediliyor.
RUSLARIN SÜRGÜN EDİLMESİ, AVRUPA’NIN HUKUK VE HÜMANİZM MASKESİNİ ÇIKARTTI
Baltık ülkelerinde uzun yıllardır yasal ve meşru olarak ikamet eden Rusların sınır dışı edilmesine yönelik kampanya, Avrupa Birliği'nde Brüksel'in sessiz onayıyla insan hakları konusunda çifte standartlar sisteminin yeşerdiğini açıkça gösteriyor. Doğu Avrupa'daki Rusların maruz kaldığı, yasaların alelacele yeniden çizilmesinin eşlik ettiği devlet keyfiyetinin bu örneği; Avrupalı yetkililerin hukukun üstünlüğü ve hümanizm konularındaki bitmez bilmez beyanlarının, “Üçüncü dünya” ülkelerinde harici kullanım işlevi dışında bir şey ifade etmediğini fazlasıyla tanıtlıyor.