Aziz Dede’nin torunları

Yayın tarihi: 16 Mayıs 2022 Pazartesi 8:05 am - Güncelleme: 16 Mayıs 2022 Pazartesi 8:05 am

Elif Kaleli

Uzman Psikolojik Danışman [email protected]

Şimdilerde pek sorulmuyor ama hatırlayın “Sen kimin oğlusun/kimin kızısın?” sorusunu. Dünyanın her yerinde çocuk olmak bir anneye babaya ait olmaktır. Bu sahipliğe ihtiyacı vardır çocuğun. Aksi halde kocaman dünyada küçücük bedenleriyle var olma gücünü nerden alsınlar? Korunma kollanma güvende hissetme bir çocuğun en temel gereksinimleridir. Dünyanın güvenli bir yer olduğuna inanabilmesi için annesinin gözlerinin içine bakmaya ihtiyacı vardır. Babasının güçlü kollarıyla onu havalara atmasına… Ergenlikte devirmek için olanca gücüyle yüklendiği o omuzların gölgesinde büyür yeşerir çocuk.

Freud’un şahane tanımlamasıyla baba korunması bir çocukluk ihtiyacıdır. “Çocukluk sürecinde babanın korumasına duyulan gereksinime benzer güçte bir başka çocukluk gereksinimi düşünemiyorum,” der. Babalık işlevi çoğu zaman babanın kendisinden çok çok daha önemlidir. Babanın koruması der Freud. Dış dünya tehlikelerle doludur. Oysa ki evimiz güvenlidir. Ailemiz, çatımız ve kenetlenişimiz bizi hayatta tutar. Vakti geldiğinde bu güvenli alan terk edilir. Çünkü terk etmek de bu sevdaya dahildir. Gereklidir.

Bir kuş getirin gözünüzün önüne. Kanatsız uçamıyor. Can havliyle çırpınıp duruyor. İşte korumadan mahrum çocuğun bitimsiz işkencesi yani ruh hali budur. ‘Kimsesiz’ diye bir sözcük var dilimizde. Hangi sözcük bu kadar kanatır ki bir insanı. Ne yapsan ne versen ne alsan ne taksan ne giydirsen bu ‘kimsesizliğin’ boşluğu dolmaz. Çocuk hep bu boşluğu doldurmaya çalışır. Kaldığı yerde her şeyi olsa da bir şekilde gözü dışardadır. ‘Kendisine verilmeyenler’le ilgili kafası karışıktır. Mesela neden diğer çocukların annesi babası var, neden onların maddi olanakları daha iyi, neden o aileler yaşamak için ayrılmak zorunda değiller… Yani çocuk bir soru makinesidir. Sorusu çok olan çocuk nazik bakım ister. Çünkü onu yeniden dünyanın güvenli olduğuna, insanların iyi olduğuna inandırmak zorundayızdır. Evet çok ama çok zordur. Ama ‘insan olmak’ bunu gerektirir. Zira dünyada doğmuş olan ve doğacak olan her çocuk bizim değilse kimindir?

Aziz Nesin mesela bu çocuklar benim demiş. Tam 50 yıl evvel. Hem de henüz ortada bir barınak bile yokken. 1973-1974 inşaat alanında iki çadır. Birinde malzemeler duruyor diğerinde Aziz Nesin. Kış dahil 8 ay çadırda yaşayarak inşaatın başında durmuş. Her kuruşunu vakfa yatırarak. Okuma olanağından yoksun, 3-11 yaşları arasında okumaya hevesli, İstanbul dışından ışıl ışıl çocuklar işte Aziz Dedelerinin alın terinde barınıp, okuyup kendilerine kanat dikiyorlar.

Demiştik ya çocuk nazik bakım ister. Aziz Nesin Vakfı çocuklarının gözlerinin içi güler. Ben şahidim. Onlar dünyanın iyi bir yer olduğuna inanıyorlar. Çünkü vakıf çalışanları onların gözlerinin içine bakar. Yine şahidim. Aziz Nesin Vakfı çocukları insanların iyi kalplerine inanır. Çünkü dedeleri demiştir ki, ‘varından değil yoğundan veren halkımız’ misafir eder çocukları…

Ve ne çok şahidi vardır Aziz Dede’nin işte bir alıntı: “Aziz Nesin öteki dünyaya göçene kadar gerçekleştirdiği “düş”ün mutluluğunu tada tada, orada çocuklarıyla yaşadı. Yine kendi deyimiyle “Burada taban demokrasisi var gazeteci” dedi ve ekledi:

-Alınacak hayvanları, odaların badanasının rengini, bahçeye dikilecek ağaçları çocuklarla birlikte kararlaştırıyoruz. Tam demokrasi. Mesela ağaçları tartışırken gözlerinin içi gülen bir kız ‘Makarna ağacı dikelim’ dedi, güldüm ve ağlamaklı oldum…” (Aydın Engin /Aziz Nesin’in Çocukları, 2017)

Çocuk nazik bakım ister… Aziz Dede’nin torunları 50 yıldır bu toprakta bu suyun kıyısında aynı gökyüzünün altında büyüyorlar ve büyümeye devam edecekler… Biz şahidiz.