Ben Atatürk’ü sevmiyorum. Atatürk’ü çok çok seviyorum. Yüzyıllar sonra başımıza gelmiş ilk ve tek iyi şey olduğunu biliyor, şükran duyuyorum.
***
Liseyi yeni bitirmiştik. Üniversiteli olmadan önceki son yazdı. Yazlıkçıların çardakta toplanan çocuklarıydık. İkizlerden Sarp, kendisinin bile ilgi duymadığı zırvalıklar anlatırdı; Serap ise sırf insanları şaşkına çevirmek için olmadık çıkışlar yapardı. O gün de ağzından başlıktaki cümle döküldü:
“Atatürk’ü sevmiyorum!”
Sözlerini çok basitçe duymuştum. “Ya ne var ki? Adam ülkeyi kurtarmış, kurmuş. Şimdi neyini sevmeyeceksin ki” diye geçirmiştim içimden. Ben de lise son sınıfta her hafta bir Atatürk konusu işlemekten sıkılmıştım. Eğitim müfredatı sanki özenle Atatürk’ten yıldırmak için tasarlanmıştı.
Bizler 80 darbesinin itinayla yetiştirdiği ‘ideal apolitik’ kuşaktık. 2002’de Erdoğan seçimi kazanıp ülkeyi yandaşları ve karşıtları olarak politize edene kadar da apolitik kaldık. O gün bugündür ülkenin yarısının sevindiğine diğer yarısı üzülüyor; milli maçlarda bile bütünlük sağlanamıyor. Bu, çok çok enteresan!
***
Bir yazımda söz etmiştim. Bir gün dinci bir ailenin çocuğunu sevmiştim. Üç-dört yaşındaki çocuk ezberden dua okumuş sonra işaret parmağını havaya kaldırarak “Kemayişt düjeni yıkicaaam” diye bağırmıştı. Benden takdir bekleyen gözlerle bakmıştı.
Muhabir bir meslektaşım çocukluğundan itibaren cumhuriyet karşıtı yetiştirildiğini, evlerinde ve köylerinde okullardakinden farklı bir tarih anlatıldığını, Atatürk’ü Deccal olarak gördüğünü, Atatürk’ten nefret ettiğini anlatmıştı. Üniversiteye başladığında, Karadeniz bölgesinde yaygın olan ‘tarih dedikodusundan’ kurtulabildiğini, benzer alternatif tarih anlatıcılığına İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da da sık rastlandığını söylemişti.
Ona fikrini nasıl değiştirdiğini sormuştum. Şöyle yanıt vermişti:
“Bizi okulda ezber ve dayatmayla bıktırdılar. Evde ise bir düşman anlattılar. Kapatılan camileri, yakılan Kur’anları anlattılar. Mahallede mezarlarından çıkıp savaşa katılan evliyaları övdüler. Yaş kemale erip de okuduğumda gördüm ki Atatürk, yapılabileceğin en iyisinden bile daha iyisini yapmış. Ortadoğu, Afrika, Ön Asya ve Kafkasya’da hiçbir ülke Türkiye gibi modern çağı yakalayamamış. Bütün bu vizyon bir kişinin. Bunu görmek için dahi olmaya gerek yok. Çanakkale Savaşı’nda ortaya çıkan ak sakallı dedeler Balkan Harbi’nde neden ortaya çıkmamış? Kıbrıs kaybedilirken neredelermiş? Yakıldı, yasaklandı dedikleri hiçbir şeyin belgesi yok. İftira!”
***
Cumhuriyetten bile daha eski olan dedikodu mekanizması, 80 darbesiyle Türkiye yeşil kuşağın içinde boğulurken iyice hızlandırıldı. Atatürk ve cumhuriyet karşıtlığını ‘din karşıtlığı’ üzerinden sinsice işlediler.
Bunların en büyük destekçileri de cumhuriyete burun kıvıran ikinci cumhuriyetçiler ve kimi liberaller oldu.
Adamın anasına laf ettiler, babasına laf ettiler. Kurtuluş savaşını küçümsediler. Lozan’a burun kıvırdılar. Ayyaş dediler. Alkolik dediler. Olmadı boyuna taktılar. Boyuna! Evet boyuna!
Bunca aşağılık laf, bunca iftira, bunca karalama neden?
***
Ben 46 yaşındayım. Şu ömrümde ne İslâmcılar ne liberaller ne komünistler gördüm; sonunda hepsi Atatürk’ün vizyonuna sığındılar.
Zaman, aklı ve ahlakı yerinde olana hakikati teslim eder. Aklı ve ahlakı yerinde olan herkes, cahil ve kötü niyetli değilse ideolojik ve ergenlik komplekslerini aşıp Atatürk’ü anlar ve ona saygı duyar.
En son Dücane Cündioğlu’nun Atatürk itirafını dinledik.
Atatürk; okuma-yazma bilmeyen, hastalıktan kırılan, yoksullukla kıvranan, doktoru-mühendisi-mimarı-öğretmeni olmayan, Sanayi Devrimi’nin S’sine bile temas edememiş, dili yıpratılmış, ulus bilinci oluşmamış bir toplumu almış bir medeniyet kurmuş.
Cumhuriyet öncesi dönemi anlamak için Ahmet Haşim’in 1919 yılında kaleme aldığı Anadolu mektubunu okuyun. Şevket Süreyya Aydemir'in ‘Tek Adam’ ve ‘Suyu Arayan Adam’ kitaplarını okuyun.
Atatürk adeta Monopoly oynar gibi bir medeniyet kurmuştur. En iyisini kurmuştur. Çağın çok ötesini hedeflemiş ve hedeflerini tutturmuştur. Üçgen, açı, dik açı, teğet gibi onlarca Türkçe geometri terimini türetmiş, geometri kitabı yazmış, fabrikalar açmış, yatırımları yaptırdığı İngiltere ve Sovyetler’e borcunu narenciyeyle ödemiş bir adamı anlarsanız, ona hem saygı hem de sevgi duymaktan kendinizi alamazsınız.
Batum’u Ruslara bırakıp karşılığında silah alan ve bu sayede ülkeyi işgalden kurtaran bir vizyonu anlarsanız, o deha karşısında şapka çıkarırsınız.
Türkiye'ye Boğazlar üzerinde tam kontrol hakkı veren Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni (1936) imzalamadan önce Sovyetler Birliği ile ‘Boğazlara Saldırmazlık Anlaşması’ yapan bir zekayı anlarsanız, önünde saygıyla eğilirsiniz.
***
Bir tane terbiyesiz çocuk terbiyesizlik yapmıştır. Bir eylem, yöneldiği kişiyi küçültmez, eylemi yapanı küçültür. Atatürk’ün fotoğrafını alıp çirkin davranışlarda bulunan imam hatip öğrencisi bu gence çok üzüldüm ben; ne kadar cahil kalmış, ne kadar akılsız diye. Dediğim gibi zaman, aklı ve ahlakı yerinde olana hakikati teslim edecektir.
Bir nesil, nasıl kendine ve kurtuluşuna böylesine düşman olmuş en çok bunun üzerinde durmalıyız.
Toplumun bir kısmının gazını almak için 17 yaşındaki genci tutukladılar. Zaten birkaç güne serbest bırakacaklar. Hepsi şov, hepsi gösteriş…
İleride -aklı ve ahlakı yerinde olursa- duyacağı pişmanlık bana göre en büyük cezadır. Tutuklanmamalıydı. Terbiye ve genel görgü eğitimine zorlanmalıydı.
Haksız yere ben tutuklansam belki de bu genç bana oh çeker. Farkımız da bu zaten. Bizler hiçbir görüşüne katılmadığımız biri için de adaletli olmaya gayret ederiz. Ama onun gibilerin eline düşmek, insafına kalmak da istemem. Çünkü Atatürk’ü sevmemek, bir insanın adalet ve ahlak anlayışına dair, aklına dair çok şey söyler.