Atatürkçü İlahiyatçılar’dan ‘Ayasofya’ uyarısı

Yayın tarihi: 20 Temmuz 2020 Pazartesi 6:19 pm - Güncelleme: 20 Temmuz 2020 Pazartesi 6:19 pm

Atatürkçü İlahiyatçılar, Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması hakkında yaptıkları açıklamada “Ayasofya’nın evrensel değerler yok sayılarak camiye dönüştürülmesi, sözlük anlamı ‘Barış’ olan İslam’ın uzlaşma ve adalet mesajlarına darbe vurur nitelikte bir tercihtir” dediler.

Kendilerini ‘Atatürkçü İlahiyatçılar’ olarak adlandıran ilahiyatçı yazarlar Nazif Ay Mehmet Ali Öz ve Yusuf Dülger, Ayasofya’nın tekrar ibadete açılmasıyla ilgili ortak imzalı açıklama yaptılar.

Ayasofya konusunda görüş ve öneri paylaşmanın kendileri için “milli ve dini bir görev” olduğunu belirten Atatürkçü İlahiyatçılar, “kutsallık kavramının inananların ruh ve düşünce dünyasında saygınlık uyandıran yönleri bulunduğu gibi inançsız insanlarda da kavramın olumlu veya olumsuz yargı ifade eden yönlerini bulunduğunu” ifade ettiler.

“AYASOFYA’NIN ORTAK BİR DEĞER OLDUĞU UNUTULMAMALIDIR”

“Kutsallığa verilen anlamlar arasındaki bu taban tabana zıtlıklar, eşyanın tabiatındandır/ varlığın doğal sonucudur” diyen Atatürkçü İlahiyatçılar, Ayasofya konusunda da kutsallık arz eden kavramlardan olduğu ve statüsü konusunda çok fazla yorum ve öneriye şahit olduklarını belirterek, “Her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik sahası içinde olursa olsun bu yapının bir uygarlık mirası ve bir ortak değer olduğu gerçeği unutulmamalıdır. İslam alemi için mübareklik atfedilen Ayasofya, ‘kutsal bilgelik’ anlamındaki ismiyle, onu inşa eden Ortodoks Hristiyan medeniyetine de aitlik mesajı vermektedir” dediler.

Atatürkçü İlahiyatçıların açıklamasından satır başları şöyle:

“İSLAMOFOBİ, İSLAM DÜŞMANLIĞI BAĞNAZLIĞINI CANLI TUTACAKTIR”

Ayasofya’nın aynı arazi üzerine yapılan üçüncü dinsel yapı olduğunu ve son Roma İmparatoru Jüstinyen’in insanlığa hediye ettiği eşsiz bir eser olduğunu anımsatan İlahiyatçılar, “Fatih Sultan Mehmet’in, fethin akabinde burayı kendi özel malı olarak vakıf mirası vasfıyla şahsına ait kılan tasarrufunun hukuken ve dinen ne kadar doğru olduğu sorusu hâlâ tartışma konusudur. Günümüz siyasi literatüründe ise fetih kültürünün ve Ortodoks mezhebine ait bir dini mekânın başka bir dine mal edilmesinin moral değerlerde, hukukta ve devletlerarası ilişkilerde bir kıymetinin olmadığı tartışmasızdır. Yapımını Ortodoks Hristiyan din mensuplarının üstlendiği bir tapınağın, yaptım oldu mantığıyla ve emri vaki suretiyle İslam’a ait kılınmaya çalışılması gayrimüslimleri rencide edecek ve İslamofobi denilen İslam korkusu veya İslam düşmanlığı bağnazlığını canlı tutacaktır. İbadetlerin gösterişe ve siyasete alet edilmesi, tüm samimi inançlıları rahatsız edecek ve din adına savaştıklarını ileri süren radikal unsurlara yanlış mesaj verme tehlikesi ortaya çıkacaktır” dediler. “

“AYASOFYA’NIN CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ İSLAM’IN ADALET MESAJINA DARBE VURUR NİTELİKTEDİR”

Atatürkçü İlahiyatçılar, “Ayasofya’nın evrensel değerler yok sayılarak camiye dönüştürüldüğünü” ifade ederek şu görüşleri savundular:

“Sözlük anlamı ‘Barış’ olan İslam’ın uzlaşma ve adalet mesajlarına darbe vurur nitelikte bir tercihtir. Ayrıca Kur’an’da, Hac suresinin 40. ayetinde: ‘Onlar sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dediklerinden dolayı haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmıyla diğer kısmını engellemesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler -ki oralarda Allah’ın adı çokça anılır- yıkılır giderdi. Allah kendi dinine yardım edenlere muhakkak yardım edecektir. Kuşkusuz Allah güçlüdür, mutlak galiptir” denilerek diğer dinlerin ibadethanelerine zinhar dokunulmaması ve değiştirilmemesi emredilmektedir. Allah’ın kesin emrini bilen İkinci halife Hz. Ömer, Kudüs’ün fethinden sonra, hem de orada ikamet eden saygın Hristiyan din adamlarının ısrarına rağmen namazını bir kilisenin içinde kılmamıştır. Gerekçesini soranlara: “Ben burada namaz kılsam, başkaları da ‘madem Ömer burada namaz kıldı, o halde biz de burayı kiliseden camiye çevirelim’ derler diye endişe ediyorum” cevabını vermiştir. Aynı kaygıyı, 1922 mübadelesinden sonra Yunanistan’ın Türklere ait birçok cami ve mescidi kiliseye çevirme politikalarına tepki gösteren Atatürk de bu coğrafyada hissetmiş, düşüncelerini Yunanlı iş insanı Bodosakis Athanasiadis’e hiddetli şekilde şöyle ifade etmiştir: ‘Sizinkiler, Selanik’te Türklere ait ne varsa yok etmekte acele ediyorlar. Biliyorsunuz ben muhacirim/ göçmenim ve aslen oralıyım. Bu olaylar neden ileri geldiğinin farkındayım. Fakat size şunu söylemeliyim ki, bu tür davranışlar sadece kötü örnek oluştururlar.”

“ATATÜRK, AYASOFYA’NIN SAYGINLIĞINI KORUMUŞTUR”

“Atatürk, insanlık mirasının isteği, dinin emri ve siyaset geleneğinin gereği olarak Ayasofya’yı müze statüsünde tutarak aslında hiçbir din bağlısının onurunu kırmamış ve Ayasofya’nın saygınlığını korumuştur. Toplumu ayrıştıran ve inançlar üzerinden maddi manevi çıkar sağlayan anlayışla inşa edilen yapıların ‘Takva (Allah’a saygı) üzerine kurulu ibadethane olmayıp, Hz. Muhammed’in yaşamında görmek istemediği ‘Mescidi dırar’ hükmünde olacağını bilen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Ayasofya’ya verilebilecek en uzlaşmacı statüyü vermiş ve dinin yüce hedefi olan barışı sağlamıştır.”

“EMEVİ CAMİİ’NİN KATEDRALE ÇEVRİLMESİ UYGUN ÖRNEK OLARAK ÖNE SÜRÜLMEMELİ”

“Bu noktada hiç kimse olumsuz uygulamaları, mesela İspanya’nın Kurtuba/ Cordoba kentindeki Emevi Camii’nin aşırı Hristiyan anlayışıyla katedrale çevrilmesini uygun örnek olarak öne sürmemelidir. Zira iki yanlıştan bir doğru çıkmaz. İslam hukuku mecmuası Mecelle’de yer alan: ‘Bâtıl, makusun aleyh olmaz, ya da sui misal emsal olamaz’ kaidesince, kötüden ve kötülükten örnek olmaz kuralı unutulmamalıdır.”

“SADECE BİR DİNİN İBADETİNE ÖZEL KILINMASI ONARILMAZ BİR HATA OLACAĞINI HATIRLATIYORUZ”

“Son olarak; Mustafa Kemal Atatürk’ün ferasete, basirete, engin bilgi ve tecrübeye, ayrıca tarihi sorumluluğa müstenit olan ‘Ayasofya’nın müze olarak varlığını sürdürme’ kararının takip edilmesini, böylece devletimizin öngörülemeyen cenderelere sürüklenmemesini ve uluslararası alanda hukuki problemlerle karşılaşmamasını arzu etmekteyiz. Danıştay 10. Daire kararında, Osmanlı vakıf hukukuna vurgu yapılıp, pozitif bilimden güç alan medeni kanundaki miras hukukunun göz ardı edilmesini kabul etmiyoruz, çünkü bu vurgu sebebiyle Ayasofya’nın ibadethaneye çevrilmesinden cesaret alarak, esas vasfı olan kiliseye dönüştürülmesi için harekete geçecek dış baskılara şimdiden fırsat verilmesini istemiyoruz. Atatürkçü İlahiyatçılar olarak hassasiyetimizin, devlet yönetiminde olması gereken soğukkanlılıkla dikkate alınmasını bekliyoruz. Aksi halde, bir insanlık mirası olan Ayasofya’nın sadece bir dinin ibadetine özel kılınmasının büyük ve onarılmaz bir hata olacağını hatırlatıyor, önümüzdeki süreçte konunun takipçisi olacağımızı kamuoyunun yüksek bilgisine saygıyla sunuyoruz.”

Açıklamada imzası bulunan “Atatürkçü İlahiyatçılar” şöyle:

Nazif AY: İmam Hatip Lisesinde okuduktan sonra Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Kelam Anabilim Dalı’nda yüksek lisansını tamamladı. Bir çok resmi ve özel kuruluşlarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak görev yaptı. “İslam İlmihal, “Allah’ın Hatıra Defteri” gibi çok sayıda kitabın yazarı.

Mehmet Ali ÖZ: Emekli din görevlisi. “Atatürk’ün Ailesi” kitabının yazarı.

Yusuf DÜLGER: Emekli Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni.