‘Allah için savaşa’ deyip katlettiler! Maraş Katliamı üzerinden 40 yıl geçti…

Yayın tarihi: 19 Aralık 2018 Çarşamba 7:52 am - Güncelleme: 19 Aralık 2018 Çarşamba 7:52 am

19-26 Aralık 1978‘de Maraş’ta resmi rakamlara göre 111 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı. 210 ev, 70 işyeri tahrip edildi. Savcılığın bin 350 olarak belirlediği katliamdan sorumlu olanlardan 840’ı hakkında dava açıldı. 23 yıl süren yargılama sonunda 29 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 357 kişi 1–24 yıl arasında cezaya çarptırıldı, 379 sanık beraat etti. Cezalardan bir kısmı Yargıtay’da bozuldu. 1991’de Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde çıkan ve hapis cezalarının 8 yıl olarak infazını sağlayan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) nedeniyle ceza alanlar serbest bırakıldı.

Katliamın asıl sorumlusu olduğu, cinayetlere işlediği iddia edilen 68 kişi ise hiçbir zaman bulunamadı. Maraş Katliamı dosyası böylece kapandı. Katliamın müdahil avukatları Ceyhun Can 10 Eylül 1979’da, Halil Sıtkı Güllüoğlu Şubat 1980’de ve Ahmet Albay da 3 Mayıs 1980’de öldürüldü.

Katliam planlarının devreye sokulduğu bir dönemde Malatya, Sivas, Erzincan ve Elazığ gibi şehirlerde silahlı ve bombalı saldırılar sahneye konuldu.

11 Haziran 1967’de Elbistan’da, 5 Mart 1971 Kırıkhan’da, 17 Nisan 1978’de Malatya’da, 4 Eylül 1978’de Sivas’ta, 19-26 Aralık 1978’de Maraş’ta katliamlar gerçekleşirken 27 Mayıs-4 Temmuz 1980’de katliamın devamı Çorum’da hayata geçirildi.

19-26 ARALIK ÖNCESİ NELER YAŞANDI?

19-26 Aralık 1978’de Maraş’ta gerçekleşen katliam öncesi kente yaşananlar, katliamın planlı olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor.

Katliamdan bir hafta önce, Alevilerin, Kürtlerin, solcuların çoğunluklu olarak yaşadıkları semt ve mahallelerde görevli olduklarını ifade eden bazı kişiler nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek evleri dolaşmış, evde yaşayanlara yönelik sorular sormuş, evlere yeni numaralar vereceklerini söyleyerek kapıları kırmızı boyalarla işaretlemişlerdir. Bu işaretlemelerin amacı ise Alevi, Kürt, solcuları tespit etmektir.

Yine aynı süreçte Hamido Lakaplı Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu’na, Pazarcık İlçesi CHP İlçe Başkanı Memiş Özdal’a bombalı paketler gönderilmişti. Sorumluluk ise solculara maledilmeye çalışıldı.

Bu gergin atmosferde yaklaşan yılbaşı çekilişi bahane edilerek kente gelen 26 Milli Piyango satıcısı otellere yerleşmişti.

Daha sonra sokaklarda görülen yabancılar arasında Bahçelievler katliamı sanıkları Ünal Osmanağaoğlu,  Haluk Kırcı, Bünyamin Adanalı ve Ahmet Ercüment Gedikli’nin de oldukları iddia edildi.

Ülkücüler, 18 Aralık 1978 günü Yeni Mahalle’deki Akın Kıraathanesi’ni bombaladı. Burası Alevilerin gittiği bir mekandı ve sahibi de Kürt Alevi Kürecikli Mehmet Akın’dı.

ÇİÇEK SİNEMASI’NDA PATLAMA

Ülkücü Gençlik Derneği tarafından getirilen “Güneş Ne zaman Doğacak” adlı film 16 Aralık 1978’de Çiçek Sineması’nda gösterime sokulur. 19 Aralık Günü 20.00 seansının sonuna doğru tesiri az bir ses bombası patlatılır.

Salonda film sırasında sık sık “Müslüman Türkiye” “Milliyetçi Türkiye” Koministler Moskova’ya, “Başbuğ Türkeş” gibi sloganlar atılır. Filmi izleyenler arasında bulunan bir grup Ülkü Ocağı mensubu, “Bunu solcular attı” diye bağırarak bir provakasyon ortamı yarattı.
Patlamanın arkasındaki kişinin Ökkeş Kenger olduğu anlaşılır.

Aynı günün akşamı Yörükselim Mahallesi’nde yaşayan Gıjık Dede öldürüldü.
Gıjık Dede 85 yaşında ve aslen Dersim’liydi.

Gıjık Dede 20 Aralık günü binlerce kişinin katıldığı bir cenaze töreniyle Dersim’e uğurlandı.

21 Aralık 1978 ise Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu okuldan evlerine giderken silahlı saldırıya uğrarlar. Solcu olarak bilinen öğretmenlerden Hacı Çolak olay yerinde yaşamını yitirirken Mustafa Yüzbaşıoğlu’da hastaneye götürülmesine rağmen kurtarılamaz. Solcu öğretmenlerin cenazeleri önce Maraş Lisesi önünde, ardından da beşbin kişinin katıldığı kortej halinde Ulu Cami’ye doğru yola çıkar. Bu sırada camide , “Koministler, Aleviler Cuma namazında camileri bombalayacaklar, Müslüman kardeşlerimizi katledecekler“ anonsları yapılır.

Cenazelerin kaldırılması işleminin geciktirilmesi ve bilinçli olarak cuma namazı sonrasına denk getirilmesi yine devletin yaşanan tüm katliamlarda uyguladığı bir yöntem olmuştur.

Cenazeler camiye yaklaştığında toplanan saldırganlar cenazeye katılan kitleye saldırır.
Jandarmanın yetersiz olmasıyla cenaze korteji dağılır ve cenazeler sahipsiz kalır. Cenazeler askerler tarafından Devlet Hastanesi morguna kaldırılır.
Gruplar halinde kent içine yayılarak Alevilerin yoğun olarak bulunduğu mahallelere saldıran faşistler önlerine çıkanları dövmeye, ev ve iş yerlerini tahrip etmeye başlamışlardır. DİSK, TÖB-DER, Pol-DER, CHP, TİKP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğü binaları yıkılıp yakılır, av tüfeği satan dükkanları talan ederek silahları alırlar. Sokak aralarındaki çatışmalarda üç saldırgan hayatını kaybeder. Geç saatlere kadar süren çatışmalar, askerler tarafından denetim altına alınır. Bu arada 100’e yakın işyeri tahrip edilmiştir, yıkılmıştır.

23 Aralık günü yapılması planlanan saldırıda halkın da yer alması için camilerde ve belediye hoparlöründen, “Dünkü olaylarda komünist ve Aleviler tarafından şehit edilen üç din kardeşimizin cenazesi kalkacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, son görevlerini yapsınlar” çağrıları yapılır.
Alevilerin yaşadığı mahallelerde otomatik silahlarla saldırılar başlarken, bir yandan da işaretlenen evlere benzinli gazlı, yanıcı maddeler atılmaya başlanır. Ardından evlere girilerek kadın, çocuk demeden linç, tecavüz ve işkenceler başlar. Ne yazıkki bu saldırganlardan çoğu, yıllardır komşu olarak yaşamışlardır, bu nedenle bazı evlere girmeleri daha kolay olmuştur.

Bu süreç içerisinde olaylar asker ve polisler tarafından sadece izlenir.

DEVLETE GİZLİ BİR RAPOR


İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Maraş Katliamı’nın gün ışığına çıkartılması için özel bir ekibi görevlendirir. Özel ekip ayrıntılı raporunu İçişleri Bakanına sunar.
Ancak bu bilgiler ‘devlet sırrı’ denilerek gizlendi. Özaydınlı’nın kurduğu özel ekibin ve dönemin Cumhuriyet Savcısı Dündar Saner’in hazırladığı raporlara göre, katliamın planlamasını, Alparslan Türkeş’in dünürü olan MİT hukuk müşavirinin de içinde olduğu dört MİT mensubu ve katliamdan birkaç gün önce Maraş’a giden CIA ajanı Peck birlikte yapmıştı.

Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in ölümünün ardından , Ecevit’in üzerine “çok ciddi bir kaynaktan verilmiştir” notu düştüğü belgeler de katliamın MİT görevlileri tarafından planlandığını ortaya koyuyordu.

DAVA DOSYALARINDA TANIKLARIN ANLATIMI

Meryem Polat: Beş çocuğum, damadım ve kızımın nişanlısı vardı. Evimiz, mahallenin en ucundaydı. Ortalardaki bir eve gittik. Sabahtan başlayıp ikindiye kadar bütün evleri yaktılar. Bir çocuk kazanda yakıldı. Bizim evin de yandığını duydum, çocuklarla gittik, baktık yanıyordu. O sırada bağıra bağıra 100 kadar kişinin geldiğini gördük. Hemen yanan evin bodrumuna sığındık. Her şeyi tekrar talan ettiler. Biz bodrumda suyun içindeydik; üstümüz tahtaydı. Tahtalar yanıyor, üstümüze düşüyordu. Evim kül oldu. Bodrumda sekiz kişiydik, orada olduğumuzu anlamadılar, çıkıp gittiler. Askerler gelip bizi Ticaret Lisesine götürdüler.

Kamil Berk: “23.12.1978 günü, geceden beri bir şeylerin olacağının kuşku ve korkusunu yaşıyorduk. Ama yine de, devlet var diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki,… sabahın ilk saatleriydi, güneş doğmak üzereydi. Mahallenin sokaklarında sopalı, silahlı, baltalı büyük bir grup bağırarak yürüyorlardı. Mağaralı Deresini geçerek Ahmet Tabakın motorunu yaktılar. Sonra Ahır Dağına doğru gittiler. Allahını, peygamberini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim çağrısıyla ve bağırmalarıyla mahalle içinde saldırıya geçtiler. Bu sırada askerler geldi, saldırganları aşağı doğru indirdiler. Öğleden sonra yeniden geldiler. Benzin şişeleri vardı. Alevilerin evlerine saldırdılar, evlerin penceresinden benzin şişelerini içeri attılar; arkasından gazlı bezleri ateşleyerek içeri attılar. Evleri ateşe verdiler. Maraş size mezar olur, vatan olmaz; Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenlere arkadan ateş edip öldürüyorlardı. Bu sırada evden çıkmakta olan Cemal Bayır ve Ali Üne silahla ateş ettiler ve öldürdüler. Biz de Molla Tabakın evine sığındık. Bu eve de ateş ettiler. Merdiven başında içeri girmeye çalışan Fatma Baz ile Zeynep Aydoğduyu kurşunla öldürdüler. Fatma Bazın kucağındaki 6 aylık oğlu Yılmaz da kurşunla öldürüldü. Molla Tabakın evine çok insan sığınmıştı. Dışarıdan yağmur gibi kurşun geliyordu. Evin camları, kapıları delik deşik olmuştu. Bizler içerde birbirimize sarılarak hem ağlıyor, hem korunmaya çalışıyorduk. Askerler geldi, hepimizi kışlaya götürdüler. Evlerimiz, eşyalarımız hem yağmalandı, hem yakıldı
.

Yeter İşbilir: Ali Rıza İşbilir kaynım olur. Dumlupınar Mahallesi Neyzen Sokakta oturmaktayız. Ali Rıza İşbilir’in polis memuru olan kardeşi Hacı Veliyle yeni evliyiz. Kaynım Ali Rızanın evinde kalıyorduk. 23.12.1978 cumartesi günü öğleden sonra tahminen saat 15.00 sıralarında ellerinde balta, sopa, tahta, av tüfeği bulunan saldırganlar, oturduğumuz evin önüne geldiler. İşte sarı öğretmen Ali Rıza İşbilir’in evi diye bağırdılar. Dışarıdan evi kurşun yağmuruna tuttular. Bir kısmı dama çıkarak bacaları yıkmaya başladı. Sonra oturduğumuz evin kapısını, duvarlarını, kazma ve baltayla kırarak, sökerek içeriye girdiler. Ben, odada bulunan elbise dolabının içine girdim, saklandım. saldırganlardan bazıları ellerindeki tahta ile dolaba vurmaya başladılar. Aman ben varım diye bağırarak ve ağlayarak dışarı çıktım. Tahta ile bana vurmak isterken, elimi önüne siper ettim. Elim ve kolum ağır yaralandı. Bir ara fırsat bulup dışarıya doğru kaçarken, merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İşbilir’in karısı Ayşenin ve kızı Sebahatın orada yerde yattıklarını, üzerlerinde televizyon, biriket, taş, tahta parçalarının bulunduğunu, her taraflarının kan olduğunu görüp üzerlerine düştüm. Sonra kendime geldim ve kalktım, aşağıya doğru kaçmaya başladım. Arkadan tüfekle ateş ettiler, omuzumdan yaralandım. Sokakta birkaç evin kapısını dövdüm, hiçbiri içeri almadı. Arkamdan koşarak beni yakaladılar, evdeki ölülerin yanına götürdüler. Türk müsün, gavur musun? diye sorguya çektiler. Yaralarımdan kan akıyordu. Ben de Türk’üm, buraya yeni gelin geldim dedim. Birisi, Bırakalım, bu Türk’müş dedi. Bazıları da elimize geçmişken öldürelim diyordu. Üzerimdeki bilezik, küpe ve altınlarımı aldılar. Sonra beni aşağı indirerek caddeye doğru götürdüler. Cadde üzerinde Ali Rıza İşbilir’in oğlu Mehmeti sopa ve kalaslarla dövüyorlardı. Bir saldırgan, Mehmet İşbilir’e ‘Bu senin neyin oluyor?’ diye sordu. O da, ‘Benim amcamın karısıdır, yeni gelin geldi. Onu öldürmeyin’ dedi. Beni oradan alarak bir düğün evine götürdüler. Sonra babamın evinin yakınına götürüp bıraktılar. Kaynım öğretmen Ali Rıza, karısı Ayşe, kızı Sebahat, oğlu Mehmet ve eşim Hacı Veli İşbilir’i öldürdüler. Evlerini, eşyalarını da yaktılar.

Maviş Toklu: 24.12.1978 Pazar günü, saat 10.00 sıralarında mahallemizin Muhtarı Mehmet Yemşen ile Fevzi Görkem’in başında bulunduğu saldırgan bir grup, Allah Allah, Koministlerin kökünü kazıyacağız, büyük-küçük demeyin, komünistlerin kafasını ezin diye bağırıyorlardı. Muhtarın elinde silah ve bayrak vardı. Diğerlerinin elinde silah, patlayıcı madde, gaz, benzin, sopa gibi saldırı malzemeleri vardı. Evime hücum ettiler, kapıyı kırarak içeri girdiler. Odada oturan kocamı (Kalender) alıp bahçeye çıkardılar. Ben de arkalarından koşarak çıktım. Muhtara, Aman etmeyin eylemeyin, kocamı öldürmeyin, çoluk çocuğumu meydanda koymayın diye çok yalvardım. Muhtar bana dönerek, ‘çocuklarını götür, Karaoğlan beslesin, kocanı Karaoğlan’ın yoluna kurban kesiyorum’ dedi. Karaoğlan kim? diye sorduğumda, Ecevit diye cevap verdi. Kocamı, gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Öldürülürken kocama sarıldım, üstüm başım hep kan oldu. Aman muhtar etme eyleme, sen ne ediyorsun? dediğimde Pişirdik pişirdik, koministler gelsinler, hep yesinler’ dedi. Saldırganlar, bu defa yakınımızda oturan kardeşim Hüseyin Toklu’yu götürmek için evinin etrafını sardılar ve kardeşimi içerden çıkardılar. Yine muhtara yalvardım yakardım. Kocamı öldürdün, bari kardeşimi öldürme diye yalvarıyordum. Muhtar ise, Hüseyin’i de Karaoğlan yoluna kurban ediyorum. Biz Karaoğlan yoluna bu sene kurban keseceğiz, bayram günü gelmiş, dedi ve kardeşim Hüseyin’i işkence ederek öldürdüler.

Sonra, karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen çok yaşlı Cennet Çimenin evine gittiler. Bu kadını, ‘Gel nene, gel nene diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Cennet kadın, gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için öldürülenlerden ve yakılanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma Yalçın ile Nuri Boğa tornavida ile Cennet kadının (80 yaşında) gözlerini oydular, sonra silah sıkarak öldürdüler. Yakınında bulunan helanın çukuruna baş üzeri atıp, üzerine at arabasını devirdiler. Daha sonra hem bizim evi, hem diğer evlerin tümünü yaktılar. Fevzi Görkem, Yürü, hadi seni kurtarayım diyerek beni alıp götürdü. Bir süre yürüdük, aniden kalbim sıkıştı, yürüyemedim. Beni bırakıp gitti. Biraz dinlendikten sonra evime döndüm. Evimin her tarafı alev, kül ve kan… Azıcık dinlendim, askerlere haber vermek ve sığınmak için çıktım. Yolda Mustafa Göktaş, bir elini İbrahim Ustanın boynuna sarmış, diğer elinde de tabanca tutuyordu. İbrahim Ustaya, Senin kanını evime akıtmayayım diyordu. Götürdü, saldırgan topluluğun içine itti, topluluk İbrahim Ustayı dövmeye başladı, sonra da onu öldürdüler. Ben de kör-topal sürünerek askerlere sığındım.
 Asker tanıklardan Yüzbaşı Timur Şen, Kahramanmaraş 3. Tabur 8.Bölük Komutanı olduğunu; 22.12.1978 günü cereyan eden cenaze töreni olayları sonrasında, General Boğuşlunun başkanlığında yapılan toplantıda, Yörükselim Mahallesi’nde oturan Alevilere karşı harekete geçileceği yolunda istihbarat alındığı için bu mahalle ile diğer mahalleler arasında birliklerin yerleştirilmesine karar verildiğini; kendisinin de 3. Tabur 8. Bölük ile beraber 23.12.1978 günü 04.30-05.00 civarında Jandarma Komutanlığı (Şehit Çuhadar Ali Caddesinin doğuya uzanan kısmı-Işık Caddesi-Pınarbaşı Caddesi) tertibat alındığını; Uğrak Pastanesinin bulunduğu köşedeki yola (Uzunoluk Caddesi-Işık Caddesi), şehirden gelip Askeri Gazinoya çıkan yola (Enstitü Caddesi), Vilayet Konağına çıkan yola (Pınarbaşı Caddesi) ve bunlardan özellikle Uzunoluk Caddesinin Işık Caddesi ile kesiştiği Uğrak Pastanesi’nin bulunduğu köşeye askerleri yerleştirdiğini; her birinin başına 3 takım komutanı görevlendirdiğini, kendisinin de elindeki telsizle Uğrak Pastanesinin önünde yer aldığını; saat 07.00 sıralarında gün yeni ışımaya başlarken belediye hoparlöründen, ‘Dünkü olaylarda şehit edilen 2 din kardeşimizin bugün cenazesi kaldırılacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, din kardeşlerimiz son görevinizi yapın’ şeklinde ve genel mahiyeti itibarıyla sağ görüşlü kişileri toplamayı amaçlayan anonsların yapıldığını; anonsların arkasından da anonsu yapan dernek veya partinin isminin söylendiğini; bu anonsların 08.00’e kadar devam ettiğini; durumu telsizle Tabur Komutanına bildirerek anonsların önlenmesini istediğini, Tabur Komutanının Vali ile temasa geçtiğini söylediğini; bu anonslar üzerine köşe başını tuttuğu yollardan şehir merkezine doğru şahısların birer ikişer inmeye başladığını,
Saat 09.00 civarında Uzunoluk Caddesinden yukarıya tertibat aldığı yere doğru ellerinde kalın sopalar ve taşlar olan, Kahrolsun komünistler, Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız, hesap soracağız diye bağıran, yol üzerindeki işyerlerini tahrip ederek ilerleyen 15.000 kişi civarında bir topluluğun gelmekte olduğunu; Uğrak Pastanesi’nin köşesinde 15 askeri bir Takım Komutanı ve kendisinin beklemekte olduklarını, grubun hareketlerini devamlı olarak Tabur Komutanına rapor ettiğini; yolun ortasına bir makineli tüfek yerleştirerek beklemeye başladığını; grupla arasında 100 metre kalınca gruba doğru giderek daha fazla ilerlememelerini, bağırmamalarını, aksi halde ateş açacağını söylediğini; grubun bu ihtar üzerine durduğunu; ellerindeki sopaları devamlı salladıklarını; hepsi ile muhatap olamayacağını, liderleri kimse onun gelip konuşmasını söyleyince, grubun önünde lider pozisyonundaki 3 kişinin gayet küstahça ve ellerindeki sopalarla kendisine doğru ilerleyerek, söyle, biziz dediklerini; bu 3 kişiyi bir gün önceki cenaze töreni olayları sırasında Ulucami önündeki sağ grubun en ön saflarında görmüş olduğunu ve tahrik edici davranışlarda bulunduklarını fark ettiğini; bu 3 kişiden birisinin olaylardan sonra yakalandığında teşhis ederek hakkında ifade verdiğini ve isminin Şaban Denizdolduran olduğunu, bu 3 kişiye bulunduğu yerden geçemeyeceklerini, bu hususta emir aldığını, geçmeye çalıştıkları takdirde makineli tüfekle ateş ettireceğini ve ne pahasına olursa olsun buradan geçirtemeyeceğini söylediğini; bu 3 kişinin kalabalık gruba dönerek geçemeyeceklerini söylemesi üzerine grubun içinde dalgalanmalar olduğunu, kimisinin geriye döndüğünü, kimisinin tekrar kendilerine doğru yürümeye başladıklarını, bu gruptan bir kısmının, ‘Bizim Orduyla işimiz yok, bırakın bizi yukarıya geçelim’ dediklerini; kendisiyle konuşan 3 kişinin ise topluluğa dönüp, Yörükselim Mahallesinde arkadaşlarımız şehit ediliyor, gidelim diyerek grubu tahrik etmeye çalıştıklarını; ancak topluluğun kendisine karşı tecavüzkar hareketi olmadığı gibi, kendisini de geçmeye çalışmadıklarını; bu arada şehir içinde muhtelif yerlerden, özellikle Yörükselim Mahallesinden yoğun şekilde makineli tüfek sesleri geldiğini, saat 09.00-09.30 sıralarında yine belediye hoparlörlerinden Valiliğin sokağa çıkma yasağının ilan edildiğini, bunun üzerine kendisinin hem bu üç kişiye hem de gruptakilere dağılmalarını, evlerine gitmelerini tekrar söylediğini; gruptan kopmalar olmasına rağmen 4 veya 5 bin kişi civarında bir topluluğun hava kararana kadar sokakta kalmaya devam ettiğini; topluluğun liderlerine çocukları niçin aralarına aldıklarını, ateş etmesi halinde, doğacak panikten ezilip ölebileceklerini söylediğinde, ‘Onlar davalarına inanan kişiler, bu yaşta davalarına hizmet ediyorlar diye cevap verdiklerini,
sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra Yörükselim Mahallesi’nin bulunduğu tarafa doğru koşarak gelen 4-5 kişiyi yakaladığını; bunlardan birinin üzerinde ucu kıvrık keskin orak şeklinde kesici bir alet (tahra), iki üç dinamit lokumu, bol miktarda tüfek fişeği, dinamit kapsülü ve pantolon kemerine sokulmuş şişe içinde benzin bulunduğunu; yakaladığı bu şahısları çok yakındaki Merkez Polis Karakoluna gönderdiğini; grubun saat 21.00 sıralarında tamamen dağıldığını ifade ediyor.

MARAŞ KATLİAMI DOSYASI DEVLET SIRRI OLDU

Maraş Katliamı ilgili dosyaya ulaşılamadığı için, katliamın bir çok yönü hala bilinmiyor.
Maraş katliamıyla ilgili dava dosyasına ulaşmaya çalışan avukat Seyit Sönmez’in talebi 2012’den beri beş kez reddedildi. Son ret gerekçesinde ise, dosyada devlet sırrı niteliğinde bilgi ve belge olabileceği belirtildi.

Sönmez, 23 Kasım 2012’de Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na başvurarak Maraş Katliamı’na yönelik bir çalışma yaptığını belirterek dava dosyasının kopyasını istedi. Vekalati olmadığından Sönmez’e dosya örneğini vermedi.

Sönmez, 31 Mayıs 2013’te, Maraş’ta öldürülen Hacı Bektaş Bozkurt ve Cemal Bayır’ın birinci derece yakınlarından vekaletname alıp yeniden başvurdu. KKK, 14 Haziran 2013’te Sönmez’e verdiği yanıtta, dosyayı incelemesinin mümkün olduğunu, 165 klasörün bulunduğunu, sayfa başına 0,846 kuruş yatırılması halinde evraktan örnek verebileceğini belirtti.

Sönmez’e Alevi kurumları kampanya başlattı ve ihtiyaç duyulan 70 bin TL’yi topladı. 17 Ekim 2013’te KKK’dan fotokopi ücretinin yeniden hesaplanmasını istedi. Ancak KKK, ‘maktulün birinci derecede yakınının davanın tarafı olmadığını’ savunarak, fotokopiyi vermekten vazgeçti. Dosyada çok sayıda sanık, tanık ve mağduru ilgilendiren evrakın bulunduğunu belirten KKK, “Açıklanması halinde kişilerin özel ve aile hayatına, şeref ve haysiyetine, mesleki ve ekonomik değerlerine haksız müdahale oluşturacak bilgiler içeren ifade, beyan ve belgeler bulunabileceği” gerekçesiyle Sönmez’in talebini reddetti.

Sönmez son olarak davada sanık olan Ali Karahan’dan vekalet alarak, 10 Ocak 2017’de KKK’ya beşinci başvurusunu yaptı. KKK’dan 27 Mayıs’ta gelen yanıtta Adana Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Numaralı Askeri Mahkemesi’ndeki davada yargılanan Ali Karahan ve beş sanığın beraat ettiği belirtildi. Dosyanın 221 klasörden oluştuğunu ve 804 sanığın bulunduğunu vurgulayan KKK, “Özel hayatın gizliliğini ihlal edebilecek ve devlet sırrı niteliğinde değerlendirilebilecek belge ve bilginin bulunması ihtimali” nedeniyle dosyanın verilmesinin uygun olmadığını kaydetti.

MARAŞ DAVASI KAPANMADI

Maraş Katliamı’ndan 40 yıl geçmesine rağmen, dava resmi boyutta kapatılmasına rağmen, Maraş Katliamı davası devam eden ve hala kapanmamış bir davadır.
Devlet dün de bugün de Maraş için özel politikalar devreye sokmaktadır.

PİRHA