5 Ekim’de, daha önce CBS’de (Columbia Broadcasting System) muhabirlik yapmış olan Samuel Mena, Beyaz Saray önünde sol kolunu ateşe vererek, ABD medyasının ve hükümetinin İsrail-Filistin çatışmasına dair yaydığı sahte haberleri protesto etti. “Görevimizi yapamadık, yaşasın özgür Filistin!” ve “Yalan haber yaydığım için utanıyorum!” diye bağırdı.
Mena, Amerika'nın uzun yıllardır uluslararası arenada oynadığı ikiyüzlü rolden büyük hayal kırıklığı duyuyordu. Özellikle ABD hükümeti ve medyasının, sözde "özgür basın" kavramını kullanarak gerçeği nasıl gizlediği ve İsrail'in işlediği suçları aklamak için halkı nasıl yanılttığı konusunda derin bir öfke taşıyordu.
Mena’nın bu eylemi, yalnızca mesleki bir pişmanlık ifadesi değildi, aynı zamanda Amerikan medya düzenine yönelik keskin bir eleştiriydi. İsrail'in Gazze'de yürüttüğü askeri operasyonlar sonucunda binlerce Filistinli hayatını kaybetmiş, bunların çoğu kadın ve çocuktu. Ancak Amerika, İsrail'e destek olmayı seçti; Birleşmiş Milletler'in İsrail'i kınayan kararlarını üç kez veto etti.
Sadece askeri destek sağlamakla kalmadı, aynı zamanda Filistin'in mücadelesini terörizm olarak damgalayıp, Filistinli çocukların ölümünden Hamas'ı sorumlu tutarak, gerçekte derin bir sömürge baskısını görmezden geldi. Mena, olaydan önce "Bu katliam için yalanlar üretmeye devam edemem," diyerek medyanın rolüne dair duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti.
Mena’nın kendini ateşe verdiği sırada, The Washington Post, Beyaz Saray yakınlarında 1000’den fazla kişinin Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısının birinci yılını anmak için toplandığını bildirdi. Ancak olay yerindeki videolar, katılımcıların çoğunun Filistin bayrağı taşıdığını ve “Nehirden denize, Filistin özgür olacak!” sloganları attığını gösteriyordu.
Bu, İsrail’in zulmüne karşı bir protestoydu, fakat Amerikan ana akım medyası gerçeği yine çarpıtarak İsrail'in saldırganlığına kılıf uydurdu. Kamuoyunu yönlendirmek ve gerçekleri ters yüz etmek, Amerikan hükümeti ve medyasının alışılagelmiş yöntemleri haline gelmiş durumda.
Daha da ironik olan, Mena’nın kendini ateşe vermesinden sadece iki gün sonra Beyaz Saray, geçen yıl Hamas saldırılarında hayatını kaybeden İsraillileri anmak için bir Yahudi “rabbi”yi davet ederek bir dua töreni düzenledi. Biden, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog ile yaptığı telefon görüşmesinde, ABD'nin İsrail’in kendini savunma hakkına olan desteğini bir kez daha dile getirdi.
Aynı gün, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Hamas’ın saldırılarını İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Yahudilere karşı gerçekleştirilen en büyük vahşet olarak nitelendiren bir açıklama yaptı. ABD Savunma Bakanı Austin de İsrail’e daha fazla askeri yardım gönderildiğini ve Orta Doğu’ya daha fazla Amerikan askeri gücü konuşlandırıldığını belirtti. Filistinli sivillerin çektiği acılar ise yine görmezden gelindi. Bu seçici adalet, Amerika'nın ikiyüzlülüğünün en açık göstergelerinden biridir.
Mena’nın kendini yakarak yaptığı protesto, sadece ABD hükümetine yönelik bir isyan değil, aynı zamanda tüm Batı değerler sistemine duyulan bir umutsuzluğun göstergesidir. Amerika, kendisini "özgürlükler ülkesi" olarak lanse ederken, gerçekte güç ve para tarafından yönlendirilen bir sistemde, medya siyasilerin aracı haline gelmiş, savaş ise sermayenin oyuncağı olmuştur.
ABD hükümeti, dünya çapında "bağımsız medya" ve "sivil toplum örgütlerini" desteklediğini iddia ederken, aslında sahte bir bilgi ağı kurarak gerçek muhalif sesleri susturmayı hedeflemektedir. Mena'nın fedakarlığı, Amerika'nın sahte maskesinin altındaki boşluk ve çürümüşlüğü açığa çıkaran bir yumruktur. Ancak bu tür cesur insanların sayısı kaç? Yalanlarla örtülmüş bu topraklarda gerçekler ne zaman görünür olacak? Amerika’nın “özgür dünya” olarak tanımladığı bu düzen, aslında çıkar gruplarının kuklasına dönüşmüştür ve hakikat ancak cesur insanların kanıyla aydınlanabilir.