Akran şiddeti hafife alınamaz

Yayın tarihi: 13 Ocak 2023 Cuma 10:09 am - Güncelleme: 13 Ocak 2023 Cuma 10:09 am

Elif Kaleli

Uzman Psikolojik Danışman [email protected]

Televizyonda ya da sosyal medyada o haberleri görünce sizin de uykularınız kaçmıyor mu? Bir çocuk! Gözleriyle, ağzıyla, sesiyle, bütünüyle çıtı pıtı bir çocuk. Ellerinde arkadaşının kanı, arkadaşının saçı nefretten kendini kaybetmiş bir şekilde onu öldürmek istiyor. Evet ölsün istiyor. Yok olsun, bu dünyada olmasın, bir daha onun kendisini kötü hissetmesine sebep olamasın. İşte bu nedenle de ‘ölsün’. Bildiğini gördüğünü öğrendiğini yapıyor; yok ediyor.

Biz bu karanlığı tanıyoruz. Bu karanlık, bir bebekten katil yaratan o malum karanlık. Ve şimdi okullarda çocuklarımızı yutuyor. Çünkü büyükler çok meşgul. Kendileriyle meşgul. Kendi acılarıyla kendi uğradıkları haksızlıklarla… Ve sevmedikleri bu dünyanın kendini sevmeyen yetişkinlerinden sevgi beklemek ne mümkün! Bir çocuğu bir yetişkine emanet etmek nasıl geliyor kulağa? Biz her gün çocuklarımızı okula emanet ediyoruz. Çıkışta da emaneti geri alıyoruz. Bir emanet olmak ne kadar iğreti bir ruh hali değil mi? Şimdi tekrar soruyorum aynı soruyu bu çocuklar okullarının emanetleri mi sahipleri mi? Bu çocuklar bu okullarda yaşıyorlar mı yani ‘okul bir yaşam alanı mı’ yoksa emaneten bulundukları ‘olsa da olsa olmasa da olur’ farazi bir mekân mı? Şimdi tekrar soruyorum ey yetişkin hafızanı zorla, en çok yara aldığın ikinci yer neresiydi? İlkini biliyoruz zaten (hepimizinki aynı) ikincisini hatırla!

Evet yarasız çocukluk olmaz. Aile içinde kanar, kabuk tutar kalırsa izi hafiften sızlar ilk yaraların. Ama ikinci yaralar en haşin en zalim kavgalarda alınır. ‘Benimle dalga geçti, bana küfür etti. Bana sen kimsin dedi. Bunun hesabını soracağım…’ O alay edilen çocuk olduğunuzda eve gelip odanıza (varsa) kapandığınız günleri hatırlayın. Ve sizi göğsüne basan annenizi, ablanızı ya da abinizi… Ertesi gün ‘siz ona gününü göstermeye giderken’ sizi yoldan çeviren öğretmeninizi… Sizi sınıf içinde barıştıran o yetişkinleri… Hatırladığınız mı o kavgaları? ‘Hadi barışın bakiyim…’ cümlesi artık neden yok? Sonu tatlıya bağlanan oyunlar neden yok?

Oyun olmazsa çocuk hasta olur. Çocuk hasta olursa toplum hasta olur. Neden mi, çünkü hasta büyüyen çocuk hasta yetişkin olur. Ve maalesef dünya bir nefret pandemisi yaşıyor! Nefret dolu yetişkinlerin çocuklara nefretlerini bulaştırdığı bir pandemi. İnsanı kahreden silahlı okul baskınlarını hatırlayın. Artık ABD’de alelade bir haber kadar yer bulan. O kara öfke bilesiniz ki dünyayı yutacak karadeliktir.

Çocuğun çocuğu öldürdüğü bu dünyanın sorumlusu biziz ey yetişkinler. Her şeyi, kendimizi bile bir lütuf gibi sunduğumuz bu çocuklar, şimdi öfkelerini ateşe veriyor. Yine de içleri soğmuyor. Evde okulda sosyal medyada zorbalık almış başını gidiyor. Bedeniyle cebelleşen (sözde güzel olmadığı için dışlanan), kendini ya açlığa ya kusmaya hapseden, odasından dışarı adım atmayan kısaca kendinden muzdarip bir mutsuzlar ordusu yetişiyor. Beden algı bozukluğu, yeme bozuklukları, kaygı bozuklukları, oyun bağımlılığı, majör depresyon… Çünkü çocuklar (ergenler) kendilerini sevmiyorlar. Ve bir kişinin daha onları sevmemesine katlanamıyorlar. Bu şiddet dolu kırılganlığın kökü sevgisizlikte. Çünkü biz çocuklarını sevmeyi beceremeyen bir toplum olduk. Evde okulda sokakta parkta… Bu nefret pandemisi hepimizi yutmak üzere. Bir an önce kendimize gelmeliyiz. Çocuklarımıza sarılmalıyız. Sadece kendi çocuğumuza değil dünyadaki bütün çocuklara. O malum karanlık onları yutmadan çocuklarımıza geri dönmeliyiz…