“AKP gençlik kollarına yalvarmayacağız” çıkışıyla gündem olan Hopalı genç tekrar konuştu

Yayın tarihi: 29 Mayıs 2021 Cumartesi 10:00 pm - Güncelleme: 29 Mayıs 2021 Cumartesi 10:00 pm

Çay üreticilerinin ve geçimini çay toplamak ile sağlayan yurttaşların ÇAYKUR’a yönelik protestosu polisin sert müdahalesi ile karşılaşmıştı. Yaşananlara isyan eden Hopalı bir gencin konuşması ise gündem olmuştu.

Rize’nin Fındıklı ilçesinde çay üreticileri hükümet ve ÇAYKUR yönetimini protesto etti. Üreticiler, torbalarla getirdikleri çaylarını yere döktü, üreticiden yana çay kanunu talep etti. Rize’deki eylemin ardından Artvin’in Hopa ilçesinde de çay üreticileri bir araya geldi. ‘Çayda kontenjan’ uygulamasına karşı ÇAYKUR’a yürüyen üreticilere polisin müdahalesi çok sert oldu, çok sayıda kişi gözaltına alındı.

Yaşananlar Türkiye gündemine bomba gibi oturdu. Duruma isyan eden Hopalı gencin konuşması sosyal medyada çokça paylaşılmıştı Sendika. org’dan Berivan Bila, gündem olan genç ile bir söyleşi gerçekleştirdi.

Hopalı genç: Biz AKP gençlik kollarına yalvarmayacağız

İşte o söyleşi;

Kısaca kendini tanıtır mısın?

Merhaba, ben Onur Çağaloğlu. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde 4. sınıf öğrencisiyim, Hopalıyım. Yazları çay topluyorum, yani bir nevi mevsimlik işçiyim. Kışın okuyor, yazın ise çay tarlasında çalışıyorum.

“Kota ve kontenjan” tam olarak nedir? Neden artırılmasını istiyorsunuz? Sorun nedir?

Bu bölgede çay oldukça önemli bir geçim kaynağı. Hatta sırf çaydan kazandıkları parayla hayatlarını idame ettirmeye çalışan çok insan var burada. Çayla karnımız doyuyor, insanlar bu sayede çocuklarını okutabiliyor, sağlık masraflarını karşılıyor. Benim gibi eğitim masraflarını karşılayan bir sürü genç var bu şehirde. Bu yüzden Hopa ve Kemalpaşa için çay hayati önem taşıyor.

Bu bölgede çay işçilerinin, çay bahçesi sahiplerinin çok uğraştığı uzun soluklu bir şey kota ve kontenjan meselesi. Bölgede yıllardır mücadele veriliyor. Hatta dönem dönem kazanım da elde edilmiş. Kotayı basitçe anlatmak gerekirse, mesele şu: Devlet size bir limit belirliyor. Kota, Çaykur’a yıllık satacağınız maksimum çay miktarını ifade ediyor. Örneğin bu yıl bir üreticinin 5 dönüm çay arazisi varsa dönüm başı 600 kilodan toplamda bir sürümde 3 ton çay satabiliyor. Kontenjan ise günlük satabileceğiniz çay kilosu oluyor. Kontenjan 15 kilo ise 5 dönüm arazisi olan günde 75 kilo çay satabiliyor. Fazlasını satamıyor.

Bu yıl birinci sürgün çay için Çaykur 17 Mayıs’ta çay alım yerlerini açtı. Normalde çay alım yerleri açılır, yaklaşık bir hafta gibi bir süre kadar insanlar çaylarını kotasız-kontenjansız verirdi. Bu sene işe şöyle bir şey oldu. 17 Mayıs’ta alım yerlerinin açılmasının ardından üç gün sonra kontenjan geldi. Ardından 21’inde yani üretimin hız kazandığı zamanda kontenjan yaklaşık yarı yarıya aşağıya çekildi. Haliyle üretici her zamankinden daha mağdur olmuş oldu. Görmüşsünüzdür siz de, bu sene Erdoğan, destekleme ile beraber çayının alım fiyatının 4 TL olduğunu açıkladı. Özellikle diğer çiftçilerin durumunu düşündüğünüzde kulağa çok makul bir fiyat gibi gelebilir fakat gelinen noktada, kota-kontenjan, üretim ve hasat masrafları ile beraber aslında bu rakam oldukça komik kalıyor. Zira üreticinin zarar ettiği bile oluyor.

Çayda özel sektörün varlığı ne gibi sorunlar yaratıyor?

Kota-kontenjan çıkmazı bizleri özel şirketlere mahkum ediyor. Bakın, çay depolarda muhafaza etmesi oldukça zor bir ürün, stok yapmaya müsait değil. Bu yüzden en kısa zamanda satmanız gerekir ki zarar etmeyesiniz. Yaş çay eğer elinizde kalırsa yanar, yani çürür ve işlenemez hale gelir. Bu yüzden en kısa zamanda fabrikaya vermelisiniz. Üstelik dalda bırakayım gibi bir seçeneğiniz de yoktur çünkü zamanında toplamazsanız bu sefer yüksek oranda verim kaybı yaşarsınız. Şimdi kota ve kontenjan gibi elinizi kolunuzu bağlayan bir durum olunca haliyle birden kendinizi özel sektörün kapısında bulursunuz. Onlar da sizi sömürmek için ellerini ovuşturarak kapının girişinde bekler. Özel şirketler bugün böyle bir ekonomik kriz çıkmazında elimizdeki çayı iki sene önceki fiyattan yaklaşık 2,80 TL’den almaya çalışıyor. Devletin taban fiyatı var fakat özel şirketler için herhangi bir sınır söz konusu değil. Denetlenmiyor. Devlet bizi bu koşullarda resmen fırsatçıların insafına bırakıyor. Aynı devlet üreticilerin her yıl yineledikleri şikayetlere kulak tıkayarak, bu sorunun farkında olmasına rağmen, kalıcı ve etkili bir çözüm bulmadı.

Çay üreticisi hem Çaykur’un yaptıklarından şikayet ediyor hem de “Çaykur halkındır satılamaz” diyor. Neden?

Çaykur, Varlık Fonu’na devredildi. Bölgede yıllardır verilen mücadelenin en önemli başlıklarından biridir bu slogan. Her fırsatta dile getiririz. Ne kadar üreticiyi memnun etmese de bu kurum, biz üreticiler özelleştirme karşıtıyız. Ama şuna da şahit olduk, Çaykur’dan çay alınmazken bu ülkeye İran’dan iki TIR çay ithal edildiğini de gördük. Şimdi ise bir söylentiye göre Azerbaycan’dan çay ithal edilecekmiş. Bölgemiz çay açısından oldukça verimli bir bölge olmasına rağmen başka ülkelerden ürün ithal ediyoruz. Gerçekten komik bir durum. Şunu da belirtmesem herhalde eksik kalır. Çaykur bugün bizzat üreticinin kendisi tarafından yönetilmelidir ve gerçekten halkın olmalıdır. Bu sloganın bir mücadele başlığına dönüşmüş olmasının bir sebebi de budur.

27 Mayıs günü Hopa Meydanı’nda neler oldu?

İnsanlar iki arada bir derede kaldı. Özele gitse emeğini yok pahasına satacak, Çaykur’a gitse ürünü elinde kalacak. Derin bir çıkmaza girdik. Halk büyük bir huzursuzluk, rahatsızlık duymaya başladı. Gelinen noktada çileden çıktık. Köylerde başta kadınlar sonra gençler durumdan çok şikayetçi. Özellikle kadınlar diyorum zira bu bölgenin asıl emekçileri kadınlardır. Çayda çoğunlukla kadınların çalıştığını görürsünüz. Kısa bir süre sonra bu rahatsızlık hali yerini sokağa çıkmaya ve ses çıkartmaya bıraktı ve ilk olarak Kemalpaşa halkının çaylarını fabrika önüne dökmeleriyle bir dizi protestonun işaret fişeği yakılmış oldu. Hopa Çaykur önünde yapılan ilk açıklamada ise müdürle görüşüldü fakat kota ve kontenjana dair elinden bir şey gelmeyeceğini açıkça dile getirdi. Biz de bunun asıl sorumlusunun AKP iktidarı olduğunu bildiğimiz için, bizi açlığa mahkum etmeye çalışanlara bu sömürü mekanizmasını düzeltmeleri için 24 saat süre tanıdık ve geri geleceğimizi, verdiğimiz mücadeleden vazgeçmeyeceğimizi belirttik.

O gün orada belirttiğimiz taleplerimiz ise şu şekildeydi: İlk etapta devlet 15 kilo olan kontenjanı 30 kiloya çıkarsın ve bu kademeli olarak arttırılsın istedik. Özel şirketlerin fiyatları denetlensin. İsteklerimiz bunlardı.

27 Mayıs Perşembe gününe toplanma kararı aldık ve o gün Hopa Meydanı’nda toplandık. O gün oraya talepleri karşılanmayan çay üreticisi kadınlar ve gençler geldi, meydan abluka altındaydı. Amacımız Çaykur fabrikasına yürümek, derdimiz ise sözümüzü söylemek ve sorunumuzun çözülmesini sağlamaktı. Erzurum, Ardahan, Trabzon gibi çevre illerden çokça çevik kuvvet polisi getirilmişti. Şehir ve meydan ciddi şekilde ablukaya alınmıştı. Orada engellenen çay üreticisi kadınlar “Biz burada bir basın açıklaması yapıp gitmeyeceğiz. Çaykur’un önüne yürüyeceğiz” dediler. Kitle yürüme iradesi gösterince de polis tüm şiddeti ile saldırdı. Meydan tam anlamıyla savaş alanına döndü. Polis insanları darp etti. Saldırı gerçekten çok sert oldu. Orada bulunan herkes bunu gördü ve yaşadı. Çok sayıda gözaltı oldu. Gözaltına alınırken insanlar sokak ortasında işkenceye uğradı. Bazı arkadaşlarımız fenalık geçirdi ve hastaneye kaldırıldı. İnsanlar o gün o meydanda emeklerinin, alın terlerinin karşılığını almak için seslerini duyurmak için toplandılar fakat aldıkları karşılık küfür, hakaret, gözaltı ve işkence oldu. İnsanların tepkileri ise şöyleydi: “Bizim elimizde taş yok, sopa yok, kimseye zarar vermemişiz, haklı taleplerimiz dışında elimizde hiçbir şey yok bu şiddet neden?”

Peki senin o gün polis saldırısı sonrası meydanda yaptığın konuşmaya gelirsek…

Hissedildiği gibi ülkede büyük bir ekonomik kriz var. Ama Karadeniz bölgesinde uygulanmaya çalışılan sahil dolgu planları, taş ocakları gibi talan projelerine milyonlarca lira akıtılıyor. Bir yerde halkın parası ekolojik denge tahrip edilerek rant projelerine harcanırken, bir yerde gençler işsiz, kadınlar işsiz ve burada yapabilecekleri tek şey çay toplamak, bu sayede para kazanmak ve hayatta kalmak. Soruyorum, talan projelerine harcanın bu paralar Çaykur fabrikasını geliştirmek ve daha nitelikli hale getirilmesi için harcanamaz mı?

Hopa özelinde şöyle bir durum var. Ülkedeki genç işsizlik sayısına bağlı olarak yerelde, insanların üzerinde şöyle bir algı yaratılmak isteniyor: “AKP gençlik kollarına üye olursan, sana ileride iş bulurlar. Üye olmazsan iş bulamazsın.” Ben arkadaşlarım arasında da bu konuşmalara tanık oluyorum. Görüşü farklı olan genç arkadaşlar bile sırf belki iş bulabilirim umuduyla AKP gençlik kollarına gidiyor. Gideyim de birkaç toplantıda bulunayım yoksa işsiz kalacağım kaygısıyla orada bulunduklarını gördük. Çünkü burada özellikle üniversiteli işsizlik çok fazla, insanlar burada çaya mahkum. Bu kadar mağduriyet varken bir de sanki tek çıkış kapısıymış gibi böyle bir dayatma uygulanıyor. Ama açık yüreklilikle Hopa Meydanı’nda söyledik, ne AKP’ye ne AKP gençlik kollarına yalvaracağız. Onlara mecbur değiliz. Çay üreticisiyiz, emeğimizi ve alın terimizi savunacak mücadelemizden ve haklı taleplerimizden vazgeçmeyeceğiz. Bir kez daha söylemiş olalım, çayda kota ve kontenjan kaldırılsın, üretici özel firmalara muhtaç edilmesi peşkeş çekilmesin ve denetlensin.