AKP çözülüyor, ‘Erdoğan Türkiyesi’ bitiyor!
31 Mart’ın asıl kaybedeni olan Erdoğan, çözülme sürecini yavaşlatmak için bir yandan AKP ve MHP üzerinden İstanbul sonuçlarına itiraz ederek, diğer yandan da inanmadığı bir “Türkiye İttifakı” önermesiyle maçı uzatmalara götürmeye çalışıyor.
İki Erdoğan var; biri, kendisi açısından işlerin kötü gittiğini, siyasal iklimin döndüğünü ve artık hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağını gören ve “4,5 yıl daha bu işi seçimsiz idare edeyim, Türkiye İttifakı ile de sorumluluğu paylaşayım” diyen Erdoğan. Diğeri ise, Milli Türk Talebe Birliği’nde, Akıncı Gençlik’te, MSP İstanbul Gençlik Kolları’ndaki gibi duygularıyla davranan, tipik bir siyasal İslamcı Erdoğan. Belli ki, büyük şehirlerin kaybedilmiş olmasını ama en çok da İstanbul sonucunu hazmedemiyor. Bu yüzden o da, ekibi de, en çok övündükleri seçim sistemine bile “demokrasi tarihimizin en büyük şaibelerinden biri” demeden çekinmiyorlar!
Sayılar konusunda kadim dostu Bahçeli’yle bile anlaşamazken, sayılara ve oranlara takılmaya gerek yok. Sayılarla oynayarak “seçimi kazandık” demek çaresizliğin bir sonucu!
Erdoğan ve AKP kurmayları 31 Mart’ta yalnızca sonuçlar itibariyle değil, asıl psikolojik olarak yenildi. Erdoğan bunu herkesten daha iyi biliyor; Belli ki, futbol deyimiyle bu maç bir kere değil, 10 kere de tekrarlansa bile, bu maçın bundan sonra kaybedeni hep AKP olacaktır! Üstelik YSK, ağır siyasal baskıdan dolayı henüz kesin sonuçları açıklamasa da, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu mazbatayı alır almaz yaptığı hamlelerle, hele hele İBB meclis toplantılarını canlı yayınlayarak etki ve sempati alanını giderek büyütüyor. Gollerini suratını asarak değil, gülümseyerek atıyor! Nitekim Erdoğan, kendi yaptırdığı anketlerde bile bir daha seçim olursa farkın artacağını görüyor! Bu yüzden bir yandan “Şeriatın kestiği parmak acımaz, içimize sinse de sinmese de YSK kararına uyacağız” diyerek kendisini de, takımı da bu yenilgiye hazırlıyor ama diğer yandan da içindeki “asıl Erdoğan” rahat durmuyor! Demiri soğutmak ve yumruk ikileminin nedeni de bu!
AKP STATÜKONUN TEMSİLCİSİDİR
2020-2010 arası değişimin adresi gibi gözüken AKP, 12 Eylül 2010 referandumu sonrası “devlet partisine” dönüşerek, “süregiden düzenin korunması” için statükonun temsilcisi oldu. 2010 sonrası Erdoğan devleti parti devletine ya da kendi ifadesiyle bir “Anonim Şirkete”, AKP’yi de Anonim Şirketi yönetecek müdürler ve çalışanlar topluluğuna dönüştürdü. Yani ortada aslında parti de yok, ortada olan yalnızca bir “seçim makinesi”. Dava mava geçmişte kaldı. “Mücahitlerin mütahite dönmesi” benzetmesi bile çoktan eskidi!
İşler gerçekten kötü. Ekonomi baş aşağı gidiyor. TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı durmuyor. Damat işi yönetemiyor, her söylediği 2 gün sonra boşa düşüyor. Damadı olmasa Berat Albayrak’ın oralara gelemeyeceğini en çok kendisi biliyor…
Suriye konusu da, S400 de, F35 de, AB’de, Kürt meselesi de çözümsüz olarak ortada duruyor. Çözüyorum dediği Cemevi meselesi de!
Kardeşi Beşir El Ömer’in Sudan’daki durumu da “kötü örnek” olarak canını sıkıyor. Sudan’da solcular ciddi ciddi “geçiş hükümetinin” ortağı oluyor. Tunus’ta, Libya’da, Cezayir’de başka rüzgarlar esmeye başladı. Siyasal İslam hızla “out” oluyor!
O hep övündükleri “parti içi sessiz itiat” dönemi de sona erdi. İçeride de işler çok karışık. 31 Mart yenilgisi “karnından konuşanları” belli ki cesaretlendirdi. Davutoğlu konuşuyor, Selçuk Özdağ konuşuyor, Abdurrahman Dilipak, Mustafa Karaalioğlu, Haşim Kılıç bile konuşuyor!
Davutoğlu, “kavgalısın” diye yazamasa da “Cumhurbaşkanı toplumun yarısıyla kopuş yaşıyor” diye yazıyor. Erdoğan’a doğrudan dokunamıyor ama söylemediğini de bırakmıyor! Zaman da manidar! Çubuk saldırısının hemen ertesi günü!
Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, açıkça “ahlak ve maneviyat diye iktidara gelen bu arkadaşlarımız ne pozitif hukuk kuralları bıraktılar ne de ahlak bıraktılar” diyebiliyor. Dilipak “AK Partinin kendi tabanıyla da, toplumun diğer kesimleri ile de olan bağlantıları çöktü” diye yazıyor. Binali Yıldırım ise bir başka köşeden, “ben kaybedilmiş bir seçimi, kazanmak için uğraşacak bir insan değilim” diyor…
Erdoğan’ın belli ki, sırtında kambur olarak görmeye başladığı Cumhur İttifakı’ndan da, Bahçeli’den de kurtulmak için “kızgın demiri soğutalım, Türkiye İttifakı kuralım” söylemlerinin hemen sonrası, Çubuk’ta Kılıçdaroğlu’na yapılan planlı ve organize linç girişimi pek “tesadüf” gibi durmasa da, linç girişimine yönelik söylenenler iktidar blokundaki çatırdamayı ve ayrılığı yoruma ihtiyaç hissetmeden açıkça gösteriyor:
Bir yanda Kılıçdaroğlu’na neredeyse “linci sen organize ettin” diyen Süleyman Soylu, Hulis Akar, saldıranlara “geçmiş olsun” diyen Metin Külünk, “siz haininize sahip çıkarken, biz yiğitlerimizi size yedirmeyiz” diyen, el öpen AKP’liler ve tabi ki “orada ne işin vardı” diyen Bahçeli…
Diğer yanda “yapılan saldırıyı kınıyorum. Siyaset diline hakim olan nefret söyleminin tehlikesi umarım artık fark edilir” diyen Abdullah Gül ve Levent Gök’e geçmiş olsun diyen AKP Milletvekili Mustafa Yeneroğlu…
AKP KENDİSİNİ YENİLEYEMEZ
31 Mart yenilgisi ne tesadüf, ne de bir yol kazası. Adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denen bu sistem tutmadı, Türkiye’nin önünü tıkadı. Türkiye klasik bir İslam ülkesi değil, klasik bir üçüncü dünya ülkesi de değil. Son 150 yıllık demokratikleşme süreci bütün baskılara ve zorlamalara rağmen direncini koruyor. 31 Mart’ta halk Cumhuriyet değerlerine ve seküler bir yapıya sahip çıktı, oyunu bozdu!
Ekonomi çökmüş, eğitim yerlerde sürünüyor. Yargı siyasallaşmış, Yasama, Yürütme ve Yargı arasında fiili olarak “Kuvvetler Birliği” oluşmuş Erdoğan Türkiye’de her kararın tek sorumlusu olmuş. İyi niyetli bile olsanız bu iş yürümez! Çünkü karar vermek için herkes “aman yanlış bir şey yapmayayım” diye döner size bakar!
İşin özeti şu ki, Erdoğan çaresiz! Kavgayı eden en başta kendisi ama “ne zaman birbirimizle kavga etmişsek o zaman kaybettik, gün 82 milyon olarak duvarın tuğlaları gibi birbirimize kenetlenme günüdür” diyor, arkasından da lince maruz kalmış, Kılıçdaroğlu’na “geçmiş olsun” bile demiyor, Ekrem İmamoğlu’nun elini bile sıkmıyor, kendisini eleştiren yol arkadaşlarına da Saadet Partisi’ni de ihanetle suçluyor. Nefret dilini öne çıkartıyor! Ve bu yaklaşım Kars’ın seçilmiş Belediye Başkanı Ayhan Bilgen’in uzattığı elin de havada kalmasını sağlıyor…
Çünkü bu anlayış, muhalefetsizlik üzerine oturuyor. Böyle bir anlayışla uzlaşma da olmaz, ittifak da! Türkiye İttifakı bir “gaz alma” ittifakı olarak öne çıkartılmış olsa bile Erdoğan “gaz almaya” bile izin vermiyor!
Dönem değişti, yeni siyasal iklim rüzgarı esiyor. Türkiye yeni yüz, yeni ses, yeni söz istiyor! Erdoğan da, AKP de kendisini yenileyemez. AKP çözülüyor, Erdoğan’lı Türkiye sona eriyor. Bu görülmesine rağmen, “AKP kendisini yenileyebilir” diyen anlayış da, sanki sürecin asıl sorumlusu Erdoğan değil de çevresindeki kötü yöneticilermiş gibi Erdoğan’ı temize çıkartıp “yeni bir süreç başlatalım” diyen anlayış da tutmaz. Her sıkıştığında “aynı gemideyiz” masalını öne çıkaran ve “gemi masalı” üzerine kurgulanan “Türkiye İttifakı” ise hiç tutmaz…
AKP ile işbirliği yapan kaybeder. Bazı çevrelerin pompaladığı CHP-AKP yakınlaşması ise, tıkanan sistemi bir süre daha götürme ve CHP şahsında yükselen umutları bir kez daha yok etme gayretidir. Açık ki, yaşanan yalnızca bir ekonomik kriz değil, bir sistem krizidir!
Bu sistemde köklü değişiklikler yapmadan kriz çözülmez! Çözüm ise, başkanlık sisteminden vazgeçmekten, devletin yapısını demokratikleştirmeden, kuvvetler ayrılığını öne çıkartmaktan geçer. Ekonomide de, eğitimde de kamucu olmaktan, devleti sosyal devlet, belediyeleri de sosyal belediye yapmaktan geçer.
Bunun yolu da yeni bir Kurucu Meclis oluşturmaktan ve yeni bir demokratik laik Anayasa yapmaktan geçer!
İNİSİYATİF CHP’DE!
31 Mart seçimleri sonucu inisiyatif fiili olarak CHP’ye geçmiştir. CHP savunma refleksleriyle hareket etmekten hızla vazgeçmeli, rolünü oynamalıdır.
CHP artık klasik bir muhalefet partisi değil, 39 milyon insanın yaşadığı büyük kentelerde yerel iktidardır! CHP, savunmada kalarak, kendisini sürekli izah etmek yerine büyük şehirlerde yapacağı hamlelerle, halkın gerçek sorunlarını gündeme taşıyarak ve çözüm üreterek alternatif olma şansını fazlasıyla yakalamıştır. İstanbul BB Meclis toplantılarının canlı yayınlanmasının toplumun bütün kesimlerinde ciddi bir heyecan dalgası yaratması bundandır.
Türkiye’nin geleceği için bir ittifak kurulacaksa açık ki, bu ittifakın adı “Demokrasi İttifakı” olur!