Bir nokta berraklaştı: Erdoğan-AKP iktidarı artık Türkiye’yi yönetemez.

Başkanlık sistemine geçtiği, parlamentoyu etkisizleştirdiği, orduyu ve emniyet gücünü denetim altına aldığı, yargıyı kendine bağladığı, medyayı tamamen ele geçirdiği, kaderini kendisine bağlamış bir büyük burjuva kesimi yarattığı halde yönetemez. Kendi kurduğu ve kendine bağladığı mekanizmalarla bile ülkeyi yönetemez.

Çünkü halkın çoğunluğunu kaybetti. Kendi tabanının bir kesimi de dahil olmak üzere halkın vicdanında iktidar gücünü yitirdi.

İktidar, kaderi iktidar olmaya bağlı halk düşmanı bir çeteye dönüştü. Elinde baskı, tehdit, şantaj, yalan dolan, komplodan başka bir “yönetim yöntemi” kalmadı.

Bazıları ne kadar uğraşsa ve ne kadar hayali öneriler getirseler de artık Erdoğan-AKP iktidarının tabanı genişleyemez. Genişlemek bir yana giderek zayıflayacak ve daralacaktır.

Tabanın daralması merkezkaç eğilimleri de güçlendirecek ve tepeden de kopuşlar başlayacaktır. İktidar komple bir “suç örgütü”ne dönüşmüştür. Bu saatten sonra şu veya bu biçimde iktidar yandaşlığı “suç ortaklığı” ile tanımlanır. Dolayısıyla daha fazla “suç ortağı” olmak istemeyen, gelecekte hesap sorulacağından korkarak gemiyi terk etmeye meyleden iktidar kesimleri oluşacaktır.

Ayrıca tabanı daralan ve halktan kopan bir iktidar, ülkeye yönelik emperyalist müdahale ve tehditler açısından da bir “zayıf karın” haline dönüşür ve öyle de olmaktadır.

Kısacası zaman AKP-Erdoğan iktidarı lehine işlemiyor artık. Peki, bu gidişatı durdurabilirler ve tersine çevirebilirler mi?

***

Türkiye bir kez daha 7 Haziran 2015 ile 1 Kasım 2015 tarihlerinde yapılan iki genel seçim arasındaki döneme benzer bir süreci yaşar mı?

Cumhur İttifakı sözcülerinin verdikleri sinyaller böyle bir süreci bir kez daha zorlayabileceklerini gösteriyor. Çünkü baş aşağı giden ivmelerini tersine çevirmenin başka bir yolu gözükmüyor.

Sanırım tartışmaları şu: Bu süreci İstanbul yenilgisini kabul edip mi başlatalım, yoksa İstanbul seçimini tekrarlatmayı göze alarak mı? Zaten İstanbul seçiminin tekrarı kararı, bu sürecin başladığının ilanı anlamına gelecek.

Ama şu kesin: Hangi stratejiyi seçerlerse seçsinler, maça psikolojik üstünlüğü yitirmiş olarak (yani 1-0 geride) başlayacaklar. İstanbul’u verirlerse, İstanbul gibi bir mevziden mahrum olarak; vermezlerse, açık bir kanunsuzluğun ve vicdansızlığın yükünü üstlenerek… Dahası, olası ekonomik kriz dolayısıyla bir gol daha yiyebilirler.

Fakat yine de deneyeceklerdir. Hem başka çareleri yok, hem de karşı tarafın savunmasının zayıflığına ve uyumsuzluğuna (ki bu bir gerçek) güveniyorlar. İki gol yemiş olsak bile üç tane atarız diye düşünecekler ve saldıracaklardır.

Aslında kamuoyu İstanbul seçimine yoğunlaştığı için gözden kaçıyor ama HDP’nin kazandığı belediyelerde bu süreç başlatıldı bile. Kazanan HDP’li belediye başkanlarına mazbatalarının verilmemesinin hiçbir yasada yeri yok. Verilmediği gibi mazbataya el de konuluyor ve ikinci olan kişiye veriliyor. Bunun da yasal hiçbir açıklaması yok.

Her halükarda bizzat iktidar tarafından ülkenin çatışmalı ve zorlu bir sürece sokulacağı açık. Türkiye’nin emekçi halkı, hepimiz zorlanacağız, doğru; ama çatışmadan beslenen ve kendi çıkarı için halka bunu dayatan da önünde sonunda sonuçlarına katlanmak zorunda kalacak.