Ağrı’nın gözleri*

Yayın tarihi: 24 Temmuz 2020 Cuma 3:49 pm - Güncelleme: 24 Temmuz 2020 Cuma 3:49 pm

Tuğrul Keskin

Ece Temelkuran’ın 2009’da yayınladığı bir söyleşiler kitabını okuyorum; Ağrı’nın Derinliği. Everest Yayınları’ndan çıkmış. Fakat nedense yayınladığı tarihte atlamışım kitabı, şu an okuduğum 15. baskısı ve 2015’de yayınlanmış. Kitap temel olarak Erivan’da yaşayan Ermenilerin, Türkler ve Türkiye’ye karşı hissedişlerini, ‘yalnızlaşmış bir Erivan’da’ yaşadıkları zorlukları ve özellikle de “Ararat Dağı’na” (Ağrı) karşı duydukları derin sevgiyi işliyor. Hatta kitabın bir yerinde yazarın söyleştiği Ermeni bir genç; ‘Türkler, Ararat’a karşı ne büyük sevgi duyduğumuzu bilseler, onu bize taşırlardı’ gibi son derece ‘naif’ bir sözle ifade ediyor bu duyguyu… Yazarın, Erivan’da ‘Türk olmak’ konusundaki endişeleri, kendisine karşı düşmanca davranışlar, dost karşılamalar ve derin hissedişleri de kitap boyunca son derece objektif ve gerçeklikten kopmadan akıp duruyor…

Bu satırların yazarı da kalbini Ağrı Dağları’nın Aralık’a (Iğdır’ın ilçesi) bakan koyakların da unutmuş bir insan ve şiirinin imgesini o dağlara yaslayan bir şair olarak; Ağrı’ya ilişkin yayınlanmış şiir yahut anlatı yahut roman, ne olursa bulmaya, okumaya çalışmıştır hep… Bu kitabı atlamış olmamdan duyduğum şaşkınlık biraz bundan. Ve biraz da bu kitabı merkeze alarak son günlerdeki Azerbaycan/Ermenistan gerginliğine ilişkin bir iki cümle kurma isteği belki de…

Çünkü bilirim; Ağrı Dağı, ta büyük Kafkas Dağları’na kadar olan bölgedeki bütün acıları görmüştür. Bundan ki; ‘Ağrı’nın Gözleri’ hep kanlıdır, başında efkârlı bir duman vardır… Yukarıdaki Ermeni gencinin Ağrı’ya ilişkin kurduğu cümle ne kadar ‘naif’se, o kadar da irkiltici bir yanıyla. Çünkü dünyanın dağları ve toprakları sırf sen seviyorsun, içinde acı hissediyorsun diye sana verilmez. Ve kimse kimsenin kalbindekini bilemez; herkesin acısı, durur kendi içinde.

Silahlar konuşmaya başlayınca sevgi de, merhamet de, bir kıyıcığa pusuyor ve savaşın topraklarını terk ediyor bir vakit sonra! Şimdi yeniden o topraklarda silahlar konuşuyor; Ermenistan’ın 12 Azerbaycan askerini öldürmesiyle başlayan çatışmalar, bütün gerginliğini koruyarak dünyanın ve Kafkasya’nın gündeminde duruyor. Tıpkı Karabağ işgalinin otuz yıldır gündemde durduğu, savsaklandığı, çözümsüzleştirildiği gibi…

Kuşkusuz bu son saldırıyı Ermenistan yalnızca ‘öz gücüne’ dayanarak yapmadı. Bölgedeki büyük güçlerin büyük hesapları olduğu kesin; yani sorun çok boyutlu ve bütün dünyanın ‘özellikle de barış’ konusunda dikkatini gereksiniyor.

Ermenistan; Rusya, Amerika, Fransa ve İran’la güçlü ilişkilere sahip… Böyle olmasa, bu konuda haksız ve saldırgan taraf olmasına karşın, bu denli bir destek görmezdi. Sonuçta Ermenistan üç buçuk milyon nüfuslu ve neredeyse üç yanı kapalı bir ülke, (İran sınırı hariç) Rusya’nın askeri desteği olmadan bir kurşunu bile yerinden oynatamaz! Elbette Avrupa’da, özellikle Fransa’da Ermeni Diasporası oldukça güçlü ve onlar başta olmak üzere, ABD ve pek çok ülkedeki lobiler de büyük destek veriyorlar Erivan’a ve bu güçlü destek, bütün çözümsüzlüklerin kaynağını oluşturuyor belki de…

Değilse, Ermenistan, Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisini oluşturan ve ‘Azerilerin’ topraktan da öte duygularla bağlı oldukları Dağlık Karabağ’ı 30 yıldır işgali altında tutamazdı. Bu işgal, Azerbaycan’ın ayrılmaz parçası “Nahcıvan Özerk Cumhuriyeti” ile de Azerbaycan’ın kara ilişkisini kesiyor. Kuşkusuz bütün bu işgal ve eylemlerde, büyük devletlerin, büyük hesapları gizli!

Geçen hafta saldırdıkları ‘Tovuz’ bölgesi, enerji güzergâhları açısından oldukça önemli ve zengin bir bölge. Sonuçta Ermenistan ne yeraltında bir zenginliğe sahip, ne de yer üstünde dişe dokunur bir zenginliğe var. Halkı son derece yoksul. Rusya ile dışarıdaki Diasporanın desteği de olmasa, Ermeni halkı için hayat büsbütün katlanılmaz olacak. Bu şartlar altındaki bir ülke, bu askeri saldırılarla, kuşkusuz, işgal altında tuttuğu topraklar için (başta Karabağ olmaz üzere) oturacağı masalarda elini güçlendirmek istiyor. Fakat hepimizin şaşa geldiği; dünya buna nasıl izin veriyor? Neden dünyanın her hangi bir ülkesi (Türkiye hariç değil) samimiyetle, en içeriden bu işgalin sonlanması için gerçek bir barış masası kurulmasına öncülük edemiyor?

Kuşkusuz, Türkiye ve Azerbaycan arasında bin yıllara dayanan bir sevgi var. Kendilerini aynı soydan saydıkları için mi dersiniz, tarih boyunca birbirlerini sahiplenmekten kaynaklanan bir derinlik mi dersiniz? Adına ne denirse densin böylesi bir sevgi var! Milli Mücadele yıllarında Azerbaycan’ın yaptığı dostluk nasıl unutulur? Ne bizler unuturuz, ne de ‘o tayda’ (tarafta) olanlar. Fakat Azerbaycan’ın bu son olayda olduğu gibi, Dağlık Karabağ sorunun çözümünde de Türkiye’den bekledikleri ölçüde; sorunu çözüme kavuşturacak bir destek görmedikleri açık!

İki halkın bir birini böylesine sevmesine karşın, Türkiyeliler Azerbaycan’da yaşayanları yahut Türkiye’deki ‘Azerileri’ yetirince tanıyor mu acaba? Sözgelimi 22 Temmuz 2020’de, yurdun pek çok yerinde ve İzmir Konak Meydanı’nda bir ‘barış çağrısı’ yapıldı. ‘Çağdaş Azerbaycan Kültür Derneği Başkan’ı Av. Cemal Mehmethanoğlu ve ‘Birleşmiş Azerbaycanlılar Teşkilatı Türkiye Başkanı’ Gürsel Özdemir ile bölgedeki saygın Azerbaycan derneklerinin destek verdiği bu barış çağrısından haberi oldu mu Türkiyelilerin? Hiç sanmam!

Söz uzadı. Sözü, yukarıda andığım kitaptaki bir söyleşide, Ermenistan’ın önemli kadın şairlerinden Silva Gabudikyan’ın sözleriyle bağlayayım. “Milliyetçi olduğum sanılmasın. Ama bir insan kendi halkını sevmiyorsa, başka halkları da sevemez…”

23 Temmuz 2020, İzmir

*Bir hayli zamandır yazmayı düşündüğüm kitabın adı.