31 Mart seçimlerinin Amerikan akademisindeki etkisi üzerine

Yayın tarihi: 27 Mayıs 2024 Pazartesi 6:55 pm - Güncelleme: 27 Mayıs 2024 Pazartesi 6:56 pm

SEDA ÜNSAR

 

Amerika’daki doktora yıllarımda, akademik yayınlarda ve konferanslarda emperyalistoryantalist Batı paradigmasının ürettiği AKP’nin Türkiye’yi “ileri demokrasi” ve “sivil vesayet”e taşıyacağı tezine ağırlık verilirdi. Bu teze kimlik siyaseti eleştirisi üzerinden karşı çıktığım yazılar oryantalizmin başlıca taktiği olan “görmezden gelme”ye maruz bırakılırdı. Bir arkadaşımla yazdığımız hegemon paradigmanın söylemi kimlik siyasetinin eleştirisi üzerinden AKP sürecini, demokrasi ve cumhuriyeti tasfiye eden emperyalist bir süreç olarak değerlendiren makalemiz 2008 yılında yayınlanabilmişti. Makale NATO tarafından satın alınmıştı. (From the Myth of European Union Accession to Disillusion: Implications for Religious and Ethnic Politicization in Turkey, Middle East Journal, 2008 -Avrupa Birliği’ne Giriş Mitosundan Hayalkırıklığına: Türkiye’de Dini ve Etnik Politizasyon İmplikasyonları)

Hatta, İnkılap Kitabevi’nden çıkan romanım “Düşüş: siyaset ve felsefe odasında aşk hikayeleri”nde de tam olarak bu özgürlük, erdem ve bilgi ile gerçeğin peşine düşme, onurlu bir yaşam için ödenecek bedel, hayal kırıklığı, aşk, sıradanlık, yalnızlık, ölüm ve kayıp zaman gibi metaforlarla örülü, Batı Doğu karşılaşmasını anlatıyor.

Fakat nihayet, Cumhuriyet Devrimi’nin anlamı, karşıdevrim süreci ve bu sürecin geldiği son nokta olarak 31 Mart Seçimleri’ni değerlendiren “On the Fractured Ethos of Thrasymachus and the Rise of Turkey’s Democratic Spirit” (“Thrasymakus’un Kırılan Ahlakı ve Türkiye’nin Yükselen Demokratik Ruhu Üzerine”) başlıklı makalem Washington’da etkin bir okunurluğu olan International Policy Digest’te 15 Mayıs 2024 tarihinde yayınlandı. (https://intpolicydigest.org/the-platform/on-the-fractured-ethos-ofthrasymachus-and-the-rise-of-turkey-s democratic-spirit/)

Cumhuriyet’te yayınlanan 25 Mart 2024 tarihli “İki Huntington ve Türkiye” ve 24 Nisan 2024 tarihli “Oryantalist Deli Gömleği‘nin Yırtılışı” ve Birgün’de yayınlanan 25 Şubat 2024 tarihli “Cumhuriyet Devriminin Makro-yapısal Arka planı Üzerine Kısa Notlar”, 3 Mart 2024 tarihli “Karşıdevrim Süreci Üzerine Kısa Notlar”, 7 Nisan 2024 tarihli “Karşıdevrime DUR: Thrasymakhos Ahlakının Çöküşü Üzerine Kısa Notlar” yazılarımda birbirinin devamı niteliğinde analiz edilen konuların bir özeti olan makale, bu anlamda, bir dönüm noktasını temsil ediyor: 2008 yılında olacağını söylediğimiz şeylerin olduğu bir Türkiye’yi olduktan sonra anlatan bir yazı yayınlanmış oldu.

Bu durumun nasıl bir dönüm noktası olduğunu anlamak için, Türkiye’yi anlatan sosyal bilim çalışmalarında, AKP’nin “gerçek” Türk kimliğini temsil ettiğini ve Türkiye’yi “sivil demokrasi”ye kavuşturacağını iddia eden oryantalist bakışın oluşum sürecine kısaca göz
atmak gerekir.

1940’lar, 50’ler, 60’lar, Batı akademisinin sosyal bilimlerinde, hem Kemalist devrimin, Arnold Toynbee gibi Oryantalistlere kibirlerini kenara bıraktıracak kadar hayranlık uyandıran ekonomi politik ve ideolojik/kültürel sıçrayışının hatırası taze olduğu için, hem de bu yıllar sosyal bilimlerde modernizasyon teorisiyle çalkalandığı için, cumhuriyet devriminden olumlu bahsedilen yıllardı. 1970’lerde sekülerleşme ve modernitenin eleştirisi popülerleşti. Bununla birlikte gözden düşen modernizasyon teorisyenlerinin, aynı zamanda Oryantalist olmaktan kaynaklı yüzeysellikleri ile yanlış öngörüleri ne olursa olsun, cumhuriyet devrimi sosyal bilimlerde kendi özüne dönüş çabasını, kimliğini ve
saygınlığını kabul ettirmişti. Bunda, dünyanın gözleri önünde, “Sevr ile ölmüş bir ulusu diriltmiş olan Mustafa Kemal Atatürk”ün askeri ve politik bir deha olarak “tarihin kalbinde” oluşunun ve mazlum dünyaya emperyalizmle mücadelede önderlik edişinin rolü büyüktü.

1990’lara gelindiğinde ise, bambaşka bir tabloyla karşılaşırız. Soğuk Savaş boyunca İslami kimlik ve hareketlerin sosyalizm karşısında güçlendirilmesi Amerika’ya radikal İslam olarak dönünce, Soğuk Savaş sonrası dönemde (ki aslında Wallerstein’ın dediği gibi Soğuk Savaş bitmemiştir ve farklı bir biçimde devam etmektedir) çare, Amerikan emperyal düzenini devam ettirecek olan ılımlı İslam modeli olmuştu. Bu modeli kontrol etmek de daha mümkün görünüyordu. Bu sebeple, laik demokrasinin sadece Batı’ya uygun olduğu, Müslümanlar’ın demokrasiyi beceremediği, Türkler’in de Atatürk’ten ve laiklikten vazgeçerek, “ılımlı İslam” modelini benimsemesi gerektiği hakim anlatı haline geldi.

Böylece alenen CIA masası şefliği de yapmış olan Graham E. Fuller, Paul Henzer gibi isimler, Elizabeth Hurd Shakman, Kevin Robins, John Esposito gibi sosyal bilimciler oryantalizmin dayanılmaz hafifliğine yaslanarak Türkiye hakikatine ters, tarih dışı bir gerçekliği, kendi paradigmalarına oturtarak anlatmaya başladılar.

Herkesin bildiği üzere, Amerika kıtasına Avrupa’dan göç eden (beyaz) Avrupalılar, tarihte, yerli halk katliamlarının yanı sıra, Afrika’dan getirilen (siyah) köleler üzerinde bir tahakkum düzeni kurmuşlardı. İşte bu Amerikan tarihinin beyaz-siyah paradigması bir deli gömleği gibi Türkiye’ye geçirildi: Cumhuriyetle de Müslümanlar ve Kürtler (siyahiler), beyaz (Kemalist) Türkler tarafından ezilmişti. Artık Anadolu halkları bu zulmün dayattığı yapay kimliği reddedecek ve İslami özüne dönecekti. Türkiye’nin otoriteryen rejimindeki aksaklıklar, yanlışlar, eksiklikler bu şekilde ortadan kalkacak ve meşhur sivil vesayet böylelikle kurulacaktı. Tabii ki bu deli gömleğini Türkiye’ye giydirenlerin arasında Amerikan akademisi içinde konuşlanmış olan Fethullah Gülen hareketinin mensupları da vardı. Cumhuriyet devrimine Jakoben yakıştırması yapan, tarihi düzlemde İngilizci Prens Sabahattin devamı olan fakat iş cumhuriyete numara vermeye gelince Fransa’nın kendine
özgü tarihine öykünen ikinci cumhuriyetçiler, adı üsütnde “taraf”çılar, “birikim”ciler, “yetmez ama evetçiler” ise deli gömleğinin Türkiye’de ikamet eden ucuydu.

Oysa ki hakikatle zaman arasında gözle görülmeyen bir bağ vardır. Siz bu bağın izini sürerseniz, emperyalizmin hikayesini de değiştirebilirsiniz, tıpkı yüz sene önce bu bağın izini sürerek ölümsüzleşen Mustafa Kemal’in yaptığı gibi.

Asıl önemli olan Mayıs 2023 seçimleri olsa da yine de 31 Mart seçimleri (Türk tarihindeki anlamına da yaraşır biçimde) Türkiye seçimlerini mitolojik bir rakama indirgeyip bunu Türk kimliği olarak dayatan oryantalist deli gömleğini yırtmayı başarmıştır.

Elbette deli gömleği yırtık da olsa hala üzerimizdedir ve hatta kurucu anayasa ve felsefeyi yok edecek bir müfredat ve Türkiyelilik kavramı (şartlarının da bizzat kontrolsüz yerleşmeci alınarak oluşturulmasıyla birlikte) ile bir başka deli gömleği hazırlanmaktadır. Birinci deli gömleği ile ikincisinin sahipleri aynıdır; entellektüel camiada da hem politik doğruculuk hem kavramsal tarihsel algı bozuklukları veya bilgi eksikleri sebebiyle destek aynıdır.

Bu nedenle, ülkeyi bekleyen iki acil görev şöyle özetlenebilir:

1-Muhalefet çağdaş dünya ile giderek artan bir hızla zayıflayan bağımızın tek temeli olan Cumhuriyet Devrimi’ne (Atatürk Devrimi, Atatürk Rönesansı, Kemalist Devrim) onu açıkça hedef alan karşıdevrim tarih yazıcılığının ve politik-ideolojik güçlerinin manipülasyonuna politik doğruculukla boyun eğmeden, tarihi yer ve misyonunu doğru kavrayarak, ilerici politik-ideolojik tarihi bloku oluşturmak ve bunu halka taşıyarak sürece halkı dahil etmek zorundadır.

2-Bunun yapılabilmesi için erken seçim baskısını demokratik biçimde kurmak zorundadır.

Kaynak: TELE1