Hem 96 yıllık uzun bir ömre sahip oldu hem de dünyanın en uzun süre tahtta bulunan hükümdarı unvanını aldı ama aslında tahta çıkma ihtimali pek yoktu. Elizabeth Alexandra Mary Windsor 21 Nisan 1926'da Londra'nın Mayfair semtinde dünyaya geldi, Aile içinde ona “Lilibet” diye sesleniyorlardı. Elizabeth altı yaşındayken binicilik öğretmenine "Kırsalda yaşayıp, bir sürü atı ve köpeği olan bir hanım" olmak istediğini söylemişti. O sıralar amcası VIII. Edward kraldı ve Amerikan cemiyetinin gözde isimlerinden Wallis Simpson'a gönlünü kaptırmıştı. Edward’ın tahta çıkışıyla Wallis Simpson ikinci eşinden boşandı. Yaşayan iki eski kocası bulunan bir kadınla evlenme isteği büyük tepkilere neden olunca Edward, aşkı uğruna 1936’da tahttan çekildi. Böylece Elizabeth’in
babası VI. George ismiyle tahta çıktı ve Lilibeth babasından sonra tahtın gözde varisi oldu. Kız kardeşi Margaret ile eğitimlerini evde gördüler ve Elizabeth yaşıtlarıyla sosyalleşebilsin diye Buckingham Sarayı’nda İzci oymağı bile kuruldu.
İLK VE TEK AŞKIYLA 13 YAŞINDA TANIŞTI
Avrupa’da yeniden savaş çıkması ihtimali epey güçlenirken 1939 yılında Elizabeth, babası ve annesiyle Darthmouth'daki Kraliyet Deniz Harp Okulu'nu ziyaret etti. Elizabeth henüz 13 yaşındayken yapılan bu ziyaretin önemi üçüncü dereceden kuzenleri Yunanistan Prensi Philip’in onlara eşlik etmesiydi.
İkinci Dünya Savaşı başlayınca Kral ve ailesinin Kanada’ya sığınması tavsiye edilse de Windsor Kalesi’nde kalmayı tercih ettiler. Elizabeth o sıralar Kraliyet Donanması'nda hizmet veren kuzeni Yunanistan Prensi Philip'le yazışmaya başladı. Odasına Philip’in fotoğrafını asacak kadar da aşkının arkasında durdu. Elizabeth, İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Yedek Gönüllü Güç'e katıldı ve otomobil kullanmayı, kamyon bakımı yapmayı öğrendi.
Philip ile aşkları, Buckingham Sarayı’nda öyle hemen kabul görmedi. Kral baba zaten çok düşkün olduğu prenses kızının saraydan uçup gitmesini istemiyordu. Üstelik Philip’in ebeveynleri yabancıydı. Onu küçük bir kız çocuğuyken gören Winston Churchill’in “Bir çocuktan beklenmeyecek bir otoritesi vardı” dediği söylenir. İşte o otorite ve iradeyle babasını ikna etti. Savaşın ardından 1947 yılında evlenen çiftin ilk çocuğu Charles 1948’de, ikinci çocuğu Anne ise 1950’de dünyaya geldi. Kenya seyahatindeyken hasta babasının ölüm haberini aldı ve 26 yaşında Londra’ya Kraliçe olarak döndü. Dönemin Başbakanı Churchill’in tüm itirazlarına rağmen taç giyme töreni televizyondan naklen yayımlandı. Tahta çıktıktan sonra Andrew (1960) ve Edward (1964) dünyaya geldi.
PASAPORTSUZ, YARGIDAN MUAF, LASTİK ÇİZMELİ
Monarşi kavramının ‘kraliyet ailesine’ dönüşmesinde ve 1960’larda BBC’de yayımlanan bir belgesel sayesinde Windsor hanedanının bahçede dolaşan, çocuklarını gezdiren, mangal yapan sıradan insanlar gibi algılanmasında Kraliçe Elizabeth’in payı büyük. Böylece ara sıra tartışılan ve eleştiri oklarına hedef olan monarşiye halkın destek vermesi sağlandı. Kuşkusuz en çok Prenses Diana’nın ölümünden sonra eleştirildi ve nefret söylemlerinin muhatabı oldu. Torunu Prens Harry ve eşi Meghan Markle’ın ayrımcılık gördüklerini söyleyerek Kraliyet ailesinden ayrılıp ABD’de yaşamaya başlamasının nedeni olarak da yine Kraliçe Elizabeth işaret edildi. İlk çocukları Archie’nin ardından dünyaya gelen kızlarına Lilibeth ismini vererek barış çubuğu uzatan çift, haziran ayı başında Kraliçe’nin Platin Jübile töreni için Londra’ya gelmişti.
Bir devir kapanmışken Elizabeth’in birkaç özelliğini daha hatırlayalım:
Pasaportu yoktu. Yargıdan muaftı. Britanya’da ehliyetsiz araç kullanabilen tek kişiydi. Corgi köpekleri çok seviyordu. Lastik çizmelerini giyip doğada dolaşırdı. Kediye alerjisi vardı. Prens Philip ona ‘lahana’ derdi, Harry ise ‘patron’ demeyi tercih ederdi. Diana’nın ise Charles ile kavgalarında tüm aileyi kastederek “Almanlar” dediği rivayet edilir (Alman kökenli hanedan Birinci Dünya Savaşı Sırasında 1917’de Sachsen- Coburg-Gotha olan soyadını Windsor ile değiştirmişti). Günde 4 öğün besleniyordu. Sebze ve meyveleri mevsiminde yiyordu. Asla sarımsak, makarna, pirinç, patates yemiyordu. Başında Hermes eşarbıyla at biniyordu, kamyon kullanıyordu. Yılda 70 civarı şapka takıyordu. Siyah Launer çantasını işaret vermek için kullanıyordu; sol kolundaysa her şey yolunda, yere koyduysa artık gitmek istiyor. Sarayda şahsi ATM’si vardı. Her sabah yatak odasının önünde gayda çalardı. Şakacı bir kişiliği vardı. Londra Olimpiyat Oyunları’nın açılış seremonisinde yönetmen Danny Boyle dublörünü kullanmak için izin isteyince köpekleriyle birlikte kendi rol almayı teklif etti. Dublör kısa filmde sadece stada helikopterden atlama bölümünü oynadı, geri kalan tüm performans kraliçenindi. 71 yılını tahtta geçirmiş de olsa torunlarının odasına küçük hediyeler bırakan bir büyük anneydi.