Yalancının mumu…

“Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır” diye yazmıştır ünlü savaş kuramcısı Clausewitz, herkes bilir. Aynı şekilde komplo, kumpas, provokasyon ve kışkırtmalar da politikanın başka araçlarla devamıdır.

Savaşın “başka araçları” belli: esas olarak silahlı güç. Komplo ve kışkırtmanın “başka araçlarını” ise genel anlamda “hile” başlığı altında toplayabiliriz. Yalan, bu başlığın altındaki unsurlardan biridir sadece. Ama güncellik taşıdığı için esas olarak yalan konusuna yoğunlaşacağız.

Hile, ne kadar etkili bir politik araçtır; tartışılır. Tarihe bakıldığında çok etkili ve sonuç alıcı olduğu söylenebilir. Ama biz hep başarılı örnekleri biliriz. Toplam bir bilanço çıkarılabilseydi, acaba başarı oranı kaç çıkardı? Tarih boyunca uygulanan politik hilelerin ne kadarı sonuç almıştır; bu oranın yüksek olduğunu sanmıyorum.

Hile veya daha dar anlamda yalan, çok zor bir zanaat. Çünkü son derece güçlü bir düşmana karşı mücadele etmeyi gerektirir: gerçeğe karşı. Savaş (silahlı çatışma dar anlamında kullanıyorum), gerçeği bir tokat gibi karşı tarafın yüzüne çarpar; ama hile/yalan, gerçeği çarpıtmak ve ters göstermek üzerine kuruludur.

Dolayısıyla, birincisi, büyük ustalık, incelik ve hesaplılık ister. Kadim bilgelerin vurguladığı gibi bir sanattır hile (çoğu savaş sanatı yapıtı, aslında silahlı çatışma taktiklerinden çok hile sanatı içeriklidir). Öyle Yıldırım’ın “çünkü çaldılar” demesi gibi yalanlar -ayıptır söylemesi- komik kaçar!

İkincisi, hile/yalan mümkün olduğunca gerçek bir zemine oturmalıdır. Yani yalan, gerçekler içinde saklanarak sunulmalıdır. En iyi yalan, neredeyse gerçek olan yalandır. Gerçeği yalanın lokomotifi yapmak diyoruz buna; büyük ustalık ister…

Bunlar işin ustalık kısmı; ama henüz sonuç alabilmek için çok yetersiz. İki bileşen daha var ki, onlar daha önemli.

Hilenizin-yalanınızın muhatabı olanların kulağı yalana açık olmalıdır. Bir yalan söylense de gönül rahatlığıyla inansak diye bekleyen kitleler bulunmalıdır. İşte bu çok zor; çünkü nesnel bir olgu, öznel niyetlere bağlı değil. Buna “yalan ihtiyacı” diyoruz. Gerçekler bazen öyle ağır olur ki, ancak yalanla altından kalkılabilir. (Örneğin cennet ve cehennem kavramlarını, hatta genel anlamda dini düşünün. Marx “din halkın afyonudur” derken bu ihtiyaçtan söz etmiştir.) Öyle durumlarda her türlü yalanın gideri olabilir.

“Yalan ihtiyacı”nın zemini cehalet ve çıkardır. Neden ile sonuç arasındaki zincirin halkaları olgularla doldurulamadığı zaman uydurmalar (gerçek dışılıklar) devreye girer; ihtiyaç böyle karşılanır. Büyüsel ve dinsel düşünce biçiminin temelidir bu. Bilemediklerimizi bu yolla “bilinir” kılarız; yani cahilliğimizi böyle kapatırız (kapattığımızı sanırız).

Çıkar ise daha düz bir yalan ihtiyacı zeminidir. Fakat ille de etik dışı çıkarlardan söz etmiyorum. İnsanlar (hatta tüm canlılar) en temel güdülerinin karşılanabilmesi için yalana ve hileye ihtiyaç duyabilirler.

İşte bu cehaleti kapayan ve çıkarı karşılayan (yani ihtiyaca karşılık veren) bir yalan başarılı olabilir. Anlaşılabileceği gibi ivmeyle, sürecin akışına uyumlulukla ilgilidir bu. Uyum sağlanamazsa atılan yalan anında geri teper. Aynı yalanın yükseliş dönemlerinde çok işe yaramasına karşın gerileyiş döneminde tam tersi etki yapmasının nedeni budur. İvme düşüşe geçmişse, ava giden avlanır ilkesi bütün ağırlığıyla devreye giriverir.

Bir diğer bileşen ise güçtür (bu da nesnel bir bileşendir). Yalanın arkasına ne kadar gerçek (rakipten daha fazla) bir güç yığılabiliyorsa, yalan o kadar etkili olur. Bu noktada “güç-hak diyalektiği” üzerine müthiş çözümlemeler yapan Machiavelli üstadın öğütlerine başvurulabilir. Usta, hükümdara öğüt verir gibi yapar ama aslında hükümdarın yıkılmasının anahtarlarını verir; “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” demek istemiştir yani.

Bütün bunların özeti de sayılabilecek son bir bileşen de “inisiyatif”tir. Savunmaya çekilerek yalanla baş edilemez. Çünkü yalanın kanıta ihtiyacı yok ama gerçeğin var. Siz bir yalanın yalan olduğunu kanıtlayana kadar yalancı on tane daha yalan söyleyecektir. Yalancıyla yalan düzleminde mücadele edilemez. Gerçek, kendi düzlemini dayatmalıdır. Elbette bu da politik ustalık ister.

***

Sadede gelelim…

Bu seçim sürecinde iktidar, politikasını yalan, hile ve kumpas üzerine kurmuştur. Başka da çaresi yoktur, çünkü gerçekler (olgular) iktidarı desteklemiyor.

Bu politikayı ne kadar ustalıklı uygulayabileceklerini göreceğiz; ama ilk örnekler çok acemicedir. Öyle komplolar kuruyorlar ki, ardındaki politikayı çok fazla deşifre ediyor. Attıkları yalan “ben yalanım”, kurdukları kumpas “ben kumpasım” diye bağırıyor.

Nesnel koşullar da pek iktidarın lehine değil. “Gerçek ihtiyacı”, “yalan ihtiyacı”nı aşmış durumda. Yoğunlaşan ekonomik sıkıntılar bunda en büyük etken.

Kanımca asıl kapışma inisiyatif konusunda yaşanıyor. İktidar tarafı niteliğine bakmadan bir yalan bombardımanı yapıyor ki, muhalefet kendi lehine olan gerçekleri açıklamak yerine yalanlarla uğraşmak zorunda kalsın, sinirler bozulsun, hata yapılsın.

Örneğin, o “genç esnaf”, iktidar sözcülerinden de, rakip adaydan da, içişleri bakanından da, Nagehan Hanım’dan da, montajcı hanımlardan da daha usta bir komplocu olduğunu gösterdi. Az daha yaptırıyordu hatayı.

Bu noktaya dikkat edilsin. Yalan bombardımanı sanal bir bombardımandır; muhatap alındığında etkili olur. Asıl ağırlık gerçek bombardımanına verilmeli. Yalancının mumu oksijensiz bırakılmalı. Yalancı, gerçekler düzlemine çekilmeli. Gerçek yalanlarla uğraşacağına, yalan gerçeklerle uğraşsın.